30 Nisan 2015 Perşembe

Masalın adı : Interrail




Evvel zaman önce sene 2006 yılındaydı.Takvimde ki yapraklar teker teker gidiyordu… O dönemden bu yana hiçbir şey kaybetmemek, tam tersine iyi ki bu maceraya atılmışım dedirtmek sanırım gezgin hayatımın dönüm noktasıydı.Hayatımda alışık,alıştırılmış olduğum tatillerin dışında bir teklif aldım.22 yıllık kardeşim,dostum,sırdaşım Muzo’dan. Gel ‘interrail’ yapalım demişti.Bilmeyen dostlara kıssadan hisse sunmak gerekirse ‘Sırtında çantasıyla 2.sınıf ucuz trenlerle Avrupa’da kafasına göre keşfedenlerin turu’….

Muzo’nun okuldan 7 arkadaşı daha eşlik edecekti.En baştan konuştuğu kimse gelmedi ,gelemedi kaldık iki derbebeder. :) İlk önce genctur.com sitesinde interrail pass bileti aldık.Bütün avrupa’yı kapsayan biletlerden aldık.spontane bir tur temeli vardı .O zaman facebook vs. yoktu. Cep telefonları sadece mesaj atıyor ve aramaya yarıyordu.Euro  1.50 tl idi :) Biriktirdiğimiz paraların üstüne kredi çektik.Sonrasına açtık haritayı.kabaca bir yol haritası seçip gidişata göre sapmak istediğimiz şehirlere rahat rahat gideriz düşüncesindeydik.Sonrasına dağcı çantamız ve ücretsiz evimiz olan tulumlarımızı alıp pasaportlarımızı çıkarttık. Çakma otel rez.larımızla o zaman kordonda açık olan Yunanistan konsolosluğuna evraklarımızı tamamlayıp vize başvurumuzu yaptık.Sonucun açıklanacağı gün heyecandan ölüyorduk.Kendi başımıza ilk kez bilmediğimiz bir coğrafyaya kültüre doğru gidecektik. Konsoloslukta ki çalışanlardan 1 aylık vizeyi aldığımızda Kordon’dan Karşıyaka’ya duyulacak bir Kaf kaf çekmiştik. Dün gibi aklımda hala :)
Kafamızda ki plan : ‘Yunanistan’dan ,İtalya,Fransa,Belçika ve Hollanda’ yı kapsayan bir rotaydı’ . En güzel kısmı ise akışında bir tatil yaşayacak olmamızdı.Belkide bazı şehirleri hiçgörmeyebilirdik. Bütün hazırlıkları tamamladıktan sonra otobüsle kuzenim Bora abinin İstanbul Bostancı’da ki evini sora sora bulmuştuk.İstanbul’da kaybolmadıysak Avrupa’da rahat rahat gezeriz dedik .Sirkeci’den kalkacak tren için sabırsızlanıyorduk.İstanbul’un güzelim boğazına karşı iki bira alıp büyüsünde olduğumuz anın keyfini çıkardık. 6 Eylül sabahı gelip çatmıştı.Çok az bir miktar türk parası vardı.Haliyle sabah vapuru o yüzden kaçıracaktık :) Neyse ki Sirkeci garından çıkacak trenimize yetiştik. Trene eşyalarımızı yerleştirirken yan kompartımandan  tren önünde bekleyen gevrekçiye ‘abi 5 gevrek sesini duyduk’ . Biz de ‘2 gevrek daha ilave’ dediğimiz duydular haliyle. İzmir’limisiniz diye sordular ‘Karşıyakalıyız’ deyince suratlarında pişkin ifadeyle göztepeli olduklarını söylediler.Yola öyle bir tesadüfle başladık.Sonrasında iki ezeli düşmanlar beraber kahvaltı yaparak yola çıkmış oldu.isimlerini hatırlayamadım çocuklar kafa dengiydi.


 Sonra kendi kompartımanımıza geçtik. Bir Koreli kız geldi.Daha ilk andan itibaren tesadüfler zinciri başlamıştı. Honey ‘di bu kızın ismi ve bu yolculukta ki en ilginç anımızda bu kızla oldu.Beraber Selaniğe kadar Korece öğrendik,Türkçe öğrettik.Karşıyaka maçlarından konserlere her şeyi konuştuk.

O sırada yolcuğumuzda uzun süre eşlik edecek Eray ve Burak’la tanıştık sigara molasında.Bir anda 10 kişi olmuştuk. Tam yaptığımız araştırmalarda ki gibi durmadan birileriyle tanışıyorduk. Sabah 8 başlayan yolculuğumuz nihayet akşam 9 gibi Selanik istasyonuna varmamızla son bulmuştu.Çantalarımızı tren istasyonunda ki kasalara kitleyip Honey’le vedalaşıp Türk kitlesi olarak çıktık Selanik gecelerine.Daha ilk gece her yer Basmane,Alsancak,Kordon,Karşıyaka gibi olunca  çok yabancılık çekmedik :=.Bir tek üzüldüğümüz nokta Atatürk’ün evi nde restorasyon olduğu için girememiştik. Bütün barlar tıklım tıklımdı. Canlı müzikleri de bizim Bostanlı’da kileri aratmıyordu. Kızlarına zaten söyleyecek söz yok. ;)


Neyse ki gece bitmişti biraz da yol yorgunluğu Selanik’e dönüşte tekrar uğrarız düşüncesiyle sabahın ilk Atina treni için bir meydanda banklarda sızmıştık.Atina meydanına yakın bir noktada istasyondan indiğimiz de o tarih ve eğlencenin bir arada olduğu  Avrupa’nın ilk şehrinin sokaklarında inceleye inceleye pansiyon aramaya başladık.Günlüğü 15 Euroluk bir pansiyon bulduk.8 kişi aynı odada kalacak şekilde tabii :)
Yanımıza aldığımız bolca konserve stoklarına hoyratça harcıyorduk.McDonald’s bir euroluk hamburgerleri ile takviye oluyordu. Atina’nın bütün meydanlarını gezmeye başladık. Park kültürünü yaşamaları hoşumuza gitmişti.Tabii ki Akropolis tapınağına kadar çıkmamak delilik olurdu.Zaten küçük el kitaplarımız olduğu için gittiğimiz heryeri yerin notları vardı.O tarihi canlı canlı yaşadığımızı hissetmiştik.Acropolis’ten tüm Atina gözüküyordu.





 Şehrin mimarisi diğer gezeceğimiz Avrupa şehirlerinden daha farklı iklime ve coğrafyaya hitap edecek şekilde hissetmiştim. En önemlisi de bir başkent için yüksek binaların olmamasıydı.Manzara ve kültür patlamamızdan sonra acıkmıştık.Yolda yürürken tesadüfen Gyro dedikleri   lavaşta döner yedik.İnanılmaz güzeldi. :)
Akşam olduğunda gece hayatına akma vakti gelmişti.Sintagma meydanı gençliğin toplanma merkezi gibiydi (ayrıca büyük gösteriler mitinglerinde yapıldığı yer).Dans eden,içen muhabbet eden herkes orada takılıp bir yerlere geçiyordu.Şansımıza biz de sokakları turlarken orada güzel eğlencelere denk gelmeye devam dedik.O sıra Muzaffer’in hospitaltyclub.org sitesinden tanıştığı Maria isimli bir hatunu aramak geldi aklımıza.Kız ist üni okuyor Türkçe biliyordu.Atina göbeğinde akropolisin dibinde güzel bir rest götürmüştü bizi. Tabii kısıtlı bütçeyle gittiğimizi bildiği için mekan tanıdık demişti :) Sirtaki yapanları izlerken ‘souvlaki’ dedikleri bizim şişlerden geldi.



Tabiki yanına yeni rakı olmadığı için uzo söylemiştik . O gece interrail gecelerimizin en güzellerinden biriydi.Sezen Aksu’nun söylediği şarkıların yunan kökenli şarkıların hepsinin orjinalini dinledik diyebilirim :)
Gece pansiyonumuzun balkonunda güzel bir manzara olduğu için tekelden minik bir uzo daha alıp balkonda muhabbete başladık.Tabii diğer tanıştıklarımız uyuyordu.2 günlük Atina keyfinden sonra İtalya’ya gitmeye karar verdik.Adaları da dönüşe bırakmıştık. Lakin Plaka’daki hesap bize uymadı.İstasyonda maalesef  İngilizce konuşmayan tren görevlileri  yüzünden feribotların kalktığı patras şehri yerine Selaniğe doğru geri gittiğimizi anladık.Tabii haliyle feribotu kaçırmıştık.Atina’da bir gece daha kalmıştık.Diğer herkes italyaya geçmişti.Bizde pansiyonda kalmak istemedik.Tulumlarımızla sintagma meydanında sabahlamıştık.
Sabah ilk trenle Patras’a doğru yola çıktık. Tren’de Arjantinli Olivia ile tanıştık.Bol bol kahve içtik.Latin Amerika’lı insanlara o zaman kanım daha ısındı.İnanılmaz sıcak kanlılar. Afrika’dan göçmen bir tren görevlisi abimiz bahis yapıyordu.Ona bizim liglerden tüyolar verdik.Hatta beraber kupon yaptık. Bahis ortak dil :)

 
Patras yolcuğuluğu’da çok keyifli geçmişti.Ve aldığımız interrail bileti sayesinde kordona yanaşan büyük yolcu gemilerine 10 euro vererek yancı olacağımız an gelmişti :) Casino’dan havuzuna tv’dan saunasına ne varsa 17 saatlik yolculukta sömürmediğimiz bir şeyi kalmamıştı.Özellikle sokakta yatacağımız için banyoda dezenfekte olmak iyi geliyordu.Arnavutluk’un karşısından yaparken dedemin meşhur ev yapımı likörünü açtık. Dedeme ve tüm sevdiklerimize kadeh kaldırıp akdenizin sularında akıp giden zamanı,hayatımızı vs. konuşup bol bol yeni hayaller kurduk.


İtalya’ya Bari adasına vardığımız hava yaz gibiydi.İtalya’nın güneyi kuzeyine göre daha geliri düşük olduğu için.Sokakta sigara içerken,herkes sigara istiyordu.Bir paketin yarısı bitince kalmadı demeye başladık. :)Eray’la Burak bize mesaj atmışlardı Roma’da bekliyoruz diye.Onların yanına doğru yola koyulduk. Şansımıza o gün 1.sınıf trenler çok ucuzda bizde hızlı gidelim diye o trenle 5 saatlik yolu 2 saate gitmiştik. Yolda Muzo’ya istanbul’da odaya gelen Koreli Honey’le karşılacağımızı söyledim. Yok artık daha neler dedi. Koskoca Roma filan deyip gülmüştük. Neyse ki  Roma’ya vardığımızda.İstasyonda Eray ile Burak bizi bekliyordu.Çok garipti sanki ankara’da bekler gibi roma ‘da bekliyorlardı :D Pansiyonlar çok pahalı ve dolu olduğu için sokakta sabahlayalım dediler.Bizde bir şansımızı deneyelim dedik. Sokaklarda fiyat yer sorarken bir tane Hindistanlı elemana denk geldik.4 kişilik yerim var 25 euro diyince öğrenciyiz dedik Çingenelik yapacağız veremeyiz tartışmaları  yaşayınca dışarıda yorgunluk sigarası içmeye başladık.Adam seslendi nerelesiniz dedi Türkiye diyince.Gülümseyerek Müslüm brother demez mi :) 15 euro internet kahvaltı vay brother diyerek altınbulmuş gibi sarıldım adama :) Bizimkilere haber verdim hemen pasaportlar çıktı ortaya. Adam yalnız oda 5 kişilik bir tane Çinli hatun var dedi.Onunda kabul etmesi lazım deyince, 'eyvah' dedik.4 sap hayatta kabul etmez . Odaya vardık kapıyı çaldık biz girince yorganı yüzüne kapadı.sonra bir ses Muzo Erman  diye. Erayla Burak ve otel görevlisi dahil hepimiz şok. İstanbul’da tren karşılaştığımız Honey’in odasına kadar gelmişiz .Dünya’nın ufak olduğunu o gün ispatlamış olduk.Sayesinde 4 günlük bir pansiyona sahip olduk.Zaten ertesi sabah o da floransa’ya gidiyormuş (orada da karşılaştık :)


 Roma’nın ilk sabahında Yunanistan  etkisinden  sonra tarihin en önemli şehirlerinden birine daha gelmiştik.Burayı 4 gün boyunca gezdik. Collesium,palationa tepesi,aşıklar çeşmesi,pantheon tapınağı,vatikan’a kadar gezebildiğimiz her yeri özellikle yürüyerek gezdik.Aşıklar çeşmesinde attığımız dilek paralarını birkez daha gelebilmek için atmıştık.Sokak aralarında bile tarih fışkırıyordu.En hoşumuza giden kısmıda yüzyıllardır o savaşlara rağmen tarihlerini korumaları.Roma’nın yemek kültürü yunanistan’a göre daha zeytinyağlı yemeklerle dolu.Pizza konusunda bir iki yerde yedik Venedik’te yiyeceğimiz pizza gibisini bulamadık.2. yada 3.gece İspanyol merdivenlerine gittik.İnanılmaz bir kalabalık herkes basamaklarda.Tam bir dünya kırması. Her milletten insan var. Alman bir lisenin mezuniyet ekibiyle tanıştık.tabii ki güzel alman arkadaşların ortasında oturmak daha hoşumuza gitmişti.onlara bol bol Kaf kaf çektirdik.:) 



Bir anda yine bir çok insanla tanıştık. Roma tarihe çok düşkün bir insan için zirvede bir yer diyebilirim.İnanılmaz bir kültür deneyimi yaşadık. Tabii ki bir yerden sonra başka şehirler görme arzumuz kabardığı için fazla durmak istemedik.O sıra Eray-Burak yolda tantıştıkları Ece ve Kıvılcım kuzenleri de çağırmışlardı yanımıza bir anda sayımız yine artmıştı.Hep beraber Floransa’ya gidecekken .Pisa’ya gidelim dedik.Amaç sadece pisa kulesini görmek.Dediğimizi de yaptık başka görülcek bir şeyi olmadığını da hepimiz aramızda tekrar etmiştik.Tren istasyonunda Muzo’nun tulumunu düşürmesini fark etmesiyle son otobüsle Pisa kulesine tekrar döndük.Birisi kenara koyduğu için bulup yürüyerek dönmek zorunda kaldık.Yorgunluktan sırtımızdaki çantayı bizimkilerin yanına bırakmayı da akıl edemeyip 15 dklık yolu 20 kglık çantamızla koşa koşa aşmak zorunda kaldık 3 saat sonraki trene kalmayalım diye . ama öyle de oldu :) Son dk Muzo ve Eray kahve çekti canları o koşmadan sonra tren gözümüzün içine baka baka kaçmıştı. Bizde istasyonda sabahlamaya karar verdik.Enerji bol olunca. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber Floransa’ya varmıştık.İtalya’da en sevdiğim yer desem yalan olmaz.Arno nehrinden baktığınızda Rome ve Juliet’in ailesi arasındaki kavgalardan, Dünya’da ilk kez çatalı keşfeden Medici ailesini gözünüzde canlandırabilir ve beraberin getirdiği Burjuva kelimisini duyabilirsiniz. Floransa için ayrı bir blog yazacağım.Gerçekten anlatacaklarım bitmez. Santa Maria Del Fiore yani Duamo katedrali (çiçeklerin aziz meryemi) neredeyse 2 asıra yakın süren inşaat,üzerindeki sayısız heykel katedralini fotoğraf patlamasına sebeb olmasına şaşırmalı. Ha katedrale giriş ücretsiz olması ayrı bir noktaydı. Yanındaki vaftizhane (cennetin kapısı) ve Giottunun çan kuleleride puzzle’ın bir bütünü gibi önümüze serilmişti. Detayları dediğim gibi bir sonraki İtalya seferinde yazacağım gerçekten yaz yaz bitmiyor İtalya :) . Arno nehrinde Ece,Kıvılcım,Eray,Burak ve Muzo şaraplarımızı alıp yeni hayallere,şarkılara yolcuğun hiç bitmeyecekmiş gibi süren kıvamına bırakmıştık kendimizi



…Ertesi gün sabah kahvaltı venediğe gitmeden son bir  şehir turu atarken önce Koreli Honey’i gördük,üstüne Muzo’nun bir okul arkadaşını gördük.Artık normal karşılıyorduk :)
Genel’de sokaklarda yattığımız için bazen ister istemez  kötü koktuğumuzu anlamıyorduk. O yüzden Venedik treninde güzel giyinimli İtalyanların arasında serseriler olarak yerleştik. Tabii ilk başta gülümsediler.Ama kokular ortaya çıkınca trende bulunduğumuz bölüm ister istemez bize kalmıştı :)
Nihayetinde San Marco meydanına varmıştık.Venedik  için Kıvılcım anakaraya 1 saatlik mesafede bulunan otobüsle gidilen Village jully kampından bahsetmişti.Hem fiyat hem temizlik vs. diğer konular açısından gerçekten çok iyiydi.Eşyalarımız banyo derken bir baktık havuz da vardı.Hava soğuk dinlemedik direk daldık :) Venedik’e geri döndükten sonra.Birbirinin aynı sokaklarda kaybolduk.Tesadüfen Türklerin zamanında ticaret yaptığı sokağa denk geldik.İtalya’da yediğimiz en güzel pizzayı  Venedik’te denk getirebilmiştik.Yerde yürüyerek gezen kuşlardan,Gondollara kadar şehir ‘aşk’ üzerine kurulmuş. Gondollar biraz pahalıydı pekte ihtiyaç duymadık :) Bütün gün geze geze en sonunda San Marco meydanına gelmişti.Hava kararmıştı.Gökyüzünden yıldızlar San Marco meydanında sırayla müzik çalan restaurantlara ilham oluyordu sanırım. Meydan da dans eden insanlar Napolyon'un Avrupa'nın en güzel şenlik alanı" ifadesini tabiri caizse anlatıyordu. Gerçekten aşk var mı diye soranlara,düşündürecek bir ambiyansı var diyebilirim.Venedik’ten 1 gece kalmıştık. Buraya sevdiğimiz hatunlarla geleceğiz dedik Muzoyla …






Yine bir sabah havalarda hafiften ısırmaya başladığında yorgun trenimize bindik.Bizi bu sefer Milano’ya götürüyordu.Milano’da hava yağmurluydu.Duamo katedralini görüp Nice’e zıplayalım dedik. Avrupa’nın 4.katedralinin önünde yağmura rağmen gidip görmek keyifliydi. Akşam üstüne kadar Milano’nun yağmurunda Espressolarımızı yudumlayıp Fransa’nın en güzel plajlarından birine sahip olan Nice şehrine doğru yol almıştık.Paramızda haliyle suyunu çekmeye başlamıştı dönüşümüzü de hesaplamaya başladık ister istemez.Amsterdam’dan ucuz uçak bileti ile dönüş yaparız diyerek charter seferleri araştırmaya başladık internet cafelerde. :) şimdiki kafelerde wifi yoktu o zaman.:)O yüzden Nice şehrinde bir şehir turu attıktan sonra Paris’e geçmeye karar verdik.Bu arada uykuyu ya sokaklarda ya trenlerde gidermeye devam ediyorduk.Haliyle vücutlar yorgun düşmüş ama gördüklerimiz,yaşadıklarımız enerji veriyordu. Sanırım o kadar uzun kmlerce yolu yürüyerek gezecek enerjiyi o şekilde tamamlıyorduk. Nice’den Paris’e geldik. Büyüsünden çıkamadığımız anlar bitmeyecek dedik en sonunda. Eşyaları yine tren istasyonuna kilitledik. Fransa içinde ayrı bir blog yazacağım için Eyfel’den Louvre müzesine Notre Dame katedraline kadar Paris’in muhteşem metro hattına rağmen yürüyerek gezmiştik.







Geceyi de bir mcdonaldsın içinde uyuyarak tamamlamıştık.O soğuk havada mcdonalds pansiyon gibi gelmişti.Paris’in ışıl ışıl sokakları sabah güneşli bir havayla bizi uyandırmıştı.Şanzelize (Champs-Élysées) bulvarından tren istasyonuna giderken sanki yıllardır bu bölgede yaşıyormuş gibi kahvaltısından,öğlen yemeğine kadar takılıyorduk.Tabii ki öğlen yemeğinde güzel Fransız şarabından tatmazsak olmazdı.

Arka arkaya süren bu kültür patlaması maddi açıdan da bir sona yaklaştığımızı hissettiriyordu. İmkanımız olsa belki bir ay daha sürdürebilirdik.O yüzden Paris’ten hızlı trene para kıyarak Amsterdam’a gitmeye karar verdik.Son derece konforlu TGV trenlerinde 3 saatte güzel bir uyku çekerek Hollanda’ya vardık.İlk yaptığımız iş banliyödeki banyolarda dezenfekte olmaktı :)
Sonra ver elini Amsterdam diyerek başladık meşhur sokaklarında dolaşmaya.Bisiklet şehri desem daha doğru olur.İnanılmaz bir bisiklet ve illegal içecek kullanımı mevcut.Şehir coffeshoplar ve eğlence üzerine kurulu diyebilirim. Bir sürü zenci tipimizden sanırım bir çok illegal satış yapmak için laf atıyordu.Artık bitkinlikten Türkiye’ye dönmeye karar vermiştik.Corendon diye bir charter firmadan direk İstanbul’a kişi başı 60 Euro’ya bilet aldık şaka gibi gelmişti.Onuda Türkiye’den destek alarak alabildik.Amsterdam’ın tadını tam çıkartamamıştık.Ama bir daha ki geleceğim sefer için aklıma yazmıştım. 

İşin özeti hayatımıza en büyük vizyonu katan tatil yaşamıştık yaşadık.Farklı kültürler,farklı hayatlar ve belki de şu dönemde unuttuğumuz kavram ‘hayaller’ …
O kadar çok hayal kurduğumuz bir tatildi ki hayatın neresinde olursak olalım.Gözü kararttıktan sonra belki bir sene boyunca karın tokluğuna çalışacak olsam da gerçekten unutulmayacak bir deneyim yaşamıştık…
Yarını düşünmeden yaşadığm bir yazının sonuna daha geldim…


Seyahat etmek, hayal gücümüzü gerçeklerle dengeler ve bazı şeylerin nasıl olduğunu düşünmek yerine onları görmemizi sağlar.....S.Johnson 













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder