Evvel zaman önce sene 2006 yılındaydı.Takvimde ki yapraklar
teker teker gidiyordu… O dönemden bu yana hiçbir şey kaybetmemek, tam tersine
iyi ki bu maceraya atılmışım dedirtmek sanırım gezgin hayatımın dönüm
noktasıydı.Hayatımda alışık,alıştırılmış olduğum tatillerin dışında bir teklif
aldım.22 yıllık kardeşim,dostum,sırdaşım Muzo’dan. Gel ‘interrail’ yapalım
demişti.Bilmeyen dostlara kıssadan hisse sunmak gerekirse ‘Sırtında çantasıyla
2.sınıf ucuz trenlerle Avrupa’da kafasına göre keşfedenlerin turu’….
Muzo’nun okuldan 7 arkadaşı daha eşlik edecekti.En baştan
konuştuğu kimse gelmedi ,gelemedi kaldık iki derbebeder. :) İlk önce genctur.com
sitesinde interrail pass bileti aldık.Bütün avrupa’yı kapsayan biletlerden aldık.spontane
bir tur temeli vardı .O zaman facebook vs. yoktu. Cep telefonları sadece mesaj
atıyor ve aramaya yarıyordu.Euro 1.50 tl
idi :)
Biriktirdiğimiz paraların üstüne kredi çektik.Sonrasına açtık haritayı.kabaca
bir yol haritası seçip gidişata göre sapmak istediğimiz şehirlere rahat rahat
gideriz düşüncesindeydik.Sonrasına dağcı çantamız ve ücretsiz evimiz olan
tulumlarımızı alıp pasaportlarımızı çıkarttık. Çakma otel rez.larımızla o zaman
kordonda açık olan Yunanistan konsolosluğuna evraklarımızı tamamlayıp vize
başvurumuzu yaptık.Sonucun açıklanacağı gün heyecandan ölüyorduk.Kendi başımıza
ilk kez bilmediğimiz bir coğrafyaya kültüre doğru gidecektik. Konsoloslukta ki
çalışanlardan 1 aylık vizeyi aldığımızda Kordon’dan Karşıyaka’ya duyulacak bir
Kaf kaf çekmiştik. Dün gibi aklımda hala :)
Kafamızda ki plan : ‘Yunanistan’dan ,İtalya,Fransa,Belçika
ve Hollanda’ yı kapsayan bir rotaydı’ . En güzel kısmı ise akışında bir tatil
yaşayacak olmamızdı.Belkide bazı şehirleri hiçgörmeyebilirdik. Bütün
hazırlıkları tamamladıktan sonra otobüsle kuzenim Bora abinin İstanbul
Bostancı’da ki evini sora sora bulmuştuk.İstanbul’da kaybolmadıysak Avrupa’da
rahat rahat gezeriz dedik .Sirkeci’den kalkacak tren için
sabırsızlanıyorduk.İstanbul’un güzelim boğazına karşı iki bira alıp büyüsünde
olduğumuz anın keyfini çıkardık. 6 Eylül sabahı gelip çatmıştı.Çok az bir
miktar türk parası vardı.Haliyle sabah vapuru o yüzden kaçıracaktık :) Neyse ki Sirkeci
garından çıkacak trenimize yetiştik. Trene eşyalarımızı yerleştirirken yan kompartımandan
tren önünde bekleyen gevrekçiye ‘abi 5
gevrek sesini duyduk’ . Biz de ‘2 gevrek daha ilave’ dediğimiz duydular
haliyle. İzmir’limisiniz diye sordular ‘Karşıyakalıyız’ deyince suratlarında
pişkin ifadeyle göztepeli olduklarını söylediler.Yola öyle bir tesadüfle
başladık.Sonrasında iki ezeli düşmanlar beraber kahvaltı yaparak yola çıkmış
oldu.isimlerini hatırlayamadım çocuklar kafa dengiydi.
Sonra kendi
kompartımanımıza geçtik. Bir Koreli kız geldi.Daha ilk andan itibaren
tesadüfler zinciri başlamıştı. Honey ‘di bu kızın ismi ve bu yolculukta ki en
ilginç anımızda bu kızla oldu.Beraber Selaniğe kadar Korece öğrendik,Türkçe
öğrettik.Karşıyaka maçlarından konserlere her şeyi konuştuk.
O sırada
yolcuğumuzda uzun süre eşlik edecek Eray ve Burak’la tanıştık sigara
molasında.Bir anda 10 kişi olmuştuk. Tam yaptığımız araştırmalarda ki gibi
durmadan birileriyle tanışıyorduk. Sabah 8 başlayan yolculuğumuz nihayet akşam
9 gibi Selanik istasyonuna varmamızla son bulmuştu.Çantalarımızı tren
istasyonunda ki kasalara kitleyip Honey’le vedalaşıp Türk kitlesi olarak çıktık
Selanik gecelerine.Daha ilk gece her yer Basmane,Alsancak,Kordon,Karşıyaka gibi
olunca çok yabancılık çekmedik :=.Bir tek üzüldüğümüz
nokta Atatürk’ün evi nde restorasyon olduğu için girememiştik. Bütün barlar
tıklım tıklımdı. Canlı müzikleri de bizim Bostanlı’da kileri aratmıyordu.
Kızlarına zaten söyleyecek söz yok. ;)
Neyse ki gece bitmişti biraz da yol yorgunluğu Selanik’e
dönüşte tekrar uğrarız düşüncesiyle sabahın ilk Atina treni için bir meydanda
banklarda sızmıştık.Atina meydanına yakın bir noktada istasyondan indiğimiz de
o tarih ve eğlencenin bir arada olduğu
Avrupa’nın ilk şehrinin sokaklarında inceleye inceleye pansiyon aramaya
başladık.Günlüğü 15 Euroluk bir pansiyon bulduk.8 kişi aynı odada kalacak
şekilde tabii :)
Yanımıza aldığımız bolca konserve stoklarına hoyratça
harcıyorduk.McDonald’s bir euroluk hamburgerleri ile takviye oluyordu.
Atina’nın bütün meydanlarını gezmeye başladık. Park kültürünü yaşamaları
hoşumuza gitmişti.Tabii ki Akropolis tapınağına kadar çıkmamak delilik
olurdu.Zaten küçük el kitaplarımız olduğu için gittiğimiz heryeri yerin notları
vardı.O tarihi canlı canlı yaşadığımızı hissetmiştik.Acropolis’ten tüm Atina
gözüküyordu.
Şehrin mimarisi diğer gezeceğimiz Avrupa şehirlerinden daha farklı
iklime ve coğrafyaya hitap edecek şekilde hissetmiştim. En önemlisi de bir
başkent için yüksek binaların olmamasıydı.Manzara ve kültür patlamamızdan sonra
acıkmıştık.Yolda yürürken tesadüfen Gyro dedikleri lavaşta döner yedik.İnanılmaz güzeldi. :)
Akşam olduğunda gece hayatına akma vakti gelmişti.Sintagma
meydanı gençliğin toplanma merkezi gibiydi (ayrıca büyük gösteriler
mitinglerinde yapıldığı yer).Dans eden,içen muhabbet eden herkes orada takılıp
bir yerlere geçiyordu.Şansımıza biz de sokakları turlarken orada güzel
eğlencelere denk gelmeye devam dedik.O sıra Muzaffer’in hospitaltyclub.org
sitesinden tanıştığı Maria isimli bir hatunu aramak geldi aklımıza.Kız ist üni
okuyor Türkçe biliyordu.Atina göbeğinde akropolisin dibinde güzel bir rest
götürmüştü bizi. Tabii kısıtlı bütçeyle gittiğimizi bildiği için mekan tanıdık
demişti :)
Sirtaki yapanları izlerken ‘souvlaki’ dedikleri bizim şişlerden geldi.
Tabiki
yanına yeni rakı olmadığı için uzo söylemiştik . O gece interrail gecelerimizin
en güzellerinden biriydi.Sezen Aksu’nun söylediği şarkıların yunan kökenli
şarkıların hepsinin orjinalini dinledik diyebilirim :)
Gece pansiyonumuzun balkonunda güzel bir manzara olduğu için
tekelden minik bir uzo daha alıp balkonda muhabbete başladık.Tabii diğer
tanıştıklarımız uyuyordu.2 günlük Atina keyfinden sonra İtalya’ya gitmeye karar
verdik.Adaları da dönüşe bırakmıştık. Lakin Plaka’daki hesap bize
uymadı.İstasyonda maalesef İngilizce
konuşmayan tren görevlileri yüzünden
feribotların kalktığı patras şehri yerine Selaniğe doğru geri gittiğimizi
anladık.Tabii haliyle feribotu kaçırmıştık.Atina’da bir gece daha
kalmıştık.Diğer herkes italyaya geçmişti.Bizde pansiyonda kalmak
istemedik.Tulumlarımızla sintagma meydanında sabahlamıştık.
Sabah ilk trenle Patras’a doğru yola çıktık. Tren’de
Arjantinli Olivia ile tanıştık.Bol bol kahve içtik.Latin Amerika’lı insanlara o
zaman kanım daha ısındı.İnanılmaz sıcak kanlılar. Afrika’dan göçmen bir tren
görevlisi abimiz bahis yapıyordu.Ona bizim liglerden tüyolar verdik.Hatta
beraber kupon yaptık. Bahis ortak dil :)
Patras yolcuğuluğu’da çok keyifli geçmişti.Ve aldığımız
interrail bileti sayesinde kordona yanaşan büyük yolcu gemilerine 10 euro
vererek yancı olacağımız an gelmişti :)
Casino’dan havuzuna tv’dan saunasına ne varsa 17 saatlik yolculukta
sömürmediğimiz bir şeyi kalmamıştı.Özellikle sokakta yatacağımız için banyoda
dezenfekte olmak iyi geliyordu.Arnavutluk’un karşısından yaparken dedemin
meşhur ev yapımı likörünü açtık. Dedeme ve tüm sevdiklerimize kadeh kaldırıp
akdenizin sularında akıp giden zamanı,hayatımızı vs. konuşup bol bol yeni
hayaller kurduk.
İtalya’ya Bari adasına vardığımız hava yaz
gibiydi.İtalya’nın güneyi kuzeyine göre daha geliri düşük olduğu için.Sokakta
sigara içerken,herkes sigara istiyordu.Bir paketin yarısı bitince kalmadı
demeye başladık. :)Eray’la Burak bize mesaj atmışlardı Roma’da bekliyoruz
diye.Onların yanına doğru yola koyulduk. Şansımıza o gün 1.sınıf trenler çok
ucuzda bizde hızlı gidelim diye o trenle 5 saatlik yolu 2 saate gitmiştik.
Yolda Muzo’ya istanbul’da odaya gelen Koreli Honey’le karşılacağımızı söyledim.
Yok artık daha neler dedi. Koskoca Roma filan deyip gülmüştük. Neyse ki Roma’ya vardığımızda.İstasyonda Eray ile
Burak bizi bekliyordu.Çok garipti sanki ankara’da bekler gibi roma ‘da
bekliyorlardı :D Pansiyonlar çok pahalı ve dolu olduğu için sokakta
sabahlayalım dediler.Bizde bir şansımızı deneyelim dedik. Sokaklarda fiyat yer
sorarken bir tane Hindistanlı elemana denk geldik.4 kişilik yerim var 25 euro
diyince öğrenciyiz dedik Çingenelik yapacağız veremeyiz tartışmaları yaşayınca dışarıda yorgunluk sigarası içmeye
başladık.Adam seslendi nerelesiniz dedi Türkiye diyince.Gülümseyerek Müslüm brother
demez mi :)
15 euro internet kahvaltı vay brother diyerek altınbulmuş gibi sarıldım adama :) Bizimkilere haber
verdim hemen pasaportlar çıktı ortaya. Adam yalnız oda 5 kişilik bir tane Çinli
hatun var dedi.Onunda kabul etmesi lazım deyince, 'eyvah' dedik.4 sap hayatta
kabul etmez . Odaya vardık kapıyı
çaldık biz girince yorganı yüzüne kapadı.sonra bir ses Muzo Erman diye. Erayla Burak ve otel görevlisi dahil
hepimiz şok. İstanbul’da tren karşılaştığımız Honey’in odasına kadar gelmişiz
.Dünya’nın ufak olduğunu o gün ispatlamış olduk.Sayesinde 4 günlük bir
pansiyona sahip olduk.Zaten ertesi sabah o da floransa’ya gidiyormuş (orada da
karşılaştık :)
Roma’nın ilk
sabahında Yunanistan etkisinden sonra tarihin en önemli şehirlerinden
birine daha gelmiştik.Burayı 4 gün boyunca gezdik. Collesium,palationa
tepesi,aşıklar çeşmesi,pantheon tapınağı,vatikan’a kadar gezebildiğimiz her yeri
özellikle yürüyerek gezdik.Aşıklar çeşmesinde attığımız dilek paralarını birkez daha gelebilmek için atmıştık.Sokak aralarında bile
tarih fışkırıyordu.En hoşumuza giden kısmıda yüzyıllardır o savaşlara rağmen
tarihlerini korumaları.Roma’nın yemek kültürü yunanistan’a göre daha
zeytinyağlı yemeklerle dolu.Pizza konusunda bir iki yerde yedik Venedik’te
yiyeceğimiz pizza gibisini bulamadık.2. yada 3.gece İspanyol merdivenlerine
gittik.İnanılmaz bir kalabalık herkes basamaklarda.Tam bir dünya kırması. Her
milletten insan var. Alman bir lisenin mezuniyet ekibiyle tanıştık.tabii ki
güzel alman arkadaşların ortasında oturmak daha hoşumuza gitmişti.onlara bol
bol Kaf kaf çektirdik.:)
Bir anda yine bir çok insanla tanıştık. Roma tarihe çok düşkün bir insan için zirvede bir yer diyebilirim.İnanılmaz bir
kültür deneyimi yaşadık. Tabii ki bir yerden sonra başka şehirler görme arzumuz
kabardığı için fazla durmak istemedik.O sıra Eray-Burak yolda tantıştıkları Ece
ve Kıvılcım kuzenleri de çağırmışlardı yanımıza bir anda sayımız yine
artmıştı.Hep beraber Floransa’ya gidecekken .Pisa’ya gidelim dedik.Amaç sadece
pisa kulesini görmek.Dediğimizi de yaptık başka görülcek bir şeyi olmadığını da
hepimiz aramızda tekrar etmiştik.Tren istasyonunda Muzo’nun tulumunu düşürmesini
fark etmesiyle son otobüsle Pisa kulesine tekrar döndük.Birisi kenara koyduğu
için bulup yürüyerek dönmek zorunda kaldık.Yorgunluktan sırtımızdaki çantayı
bizimkilerin yanına bırakmayı da akıl edemeyip 15 dklık yolu 20 kglık
çantamızla koşa koşa aşmak zorunda kaldık 3 saat sonraki trene kalmayalım diye
. ama öyle de oldu :)
Son dk Muzo ve Eray kahve çekti canları o koşmadan sonra tren gözümüzün içine
baka baka kaçmıştı. Bizde istasyonda sabahlamaya karar verdik.Enerji bol
olunca. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber Floransa’ya varmıştık.İtalya’da en
sevdiğim yer desem yalan olmaz.Arno nehrinden baktığınızda Rome ve Juliet’in
ailesi arasındaki kavgalardan, Dünya’da ilk kez çatalı keşfeden Medici ailesini
gözünüzde canlandırabilir ve beraberin getirdiği Burjuva kelimisini
duyabilirsiniz. Floransa için ayrı bir blog yazacağım.Gerçekten anlatacaklarım
bitmez. Santa Maria Del Fiore yani Duamo katedrali (çiçeklerin aziz meryemi)
neredeyse 2 asıra yakın süren inşaat,üzerindeki sayısız heykel katedralini
fotoğraf patlamasına sebeb olmasına şaşırmalı. Ha katedrale giriş ücretsiz
olması ayrı bir noktaydı. Yanındaki vaftizhane (cennetin kapısı) ve Giottunun
çan kuleleride puzzle’ın bir bütünü gibi önümüze serilmişti. Detayları dediğim
gibi bir sonraki İtalya seferinde yazacağım gerçekten yaz yaz bitmiyor İtalya :) . Arno nehrinde
Ece,Kıvılcım,Eray,Burak ve Muzo şaraplarımızı alıp yeni hayallere,şarkılara
yolcuğun hiç bitmeyecekmiş gibi süren kıvamına bırakmıştık kendimizi
…Ertesi gün
sabah kahvaltı venediğe gitmeden son bir
şehir turu atarken önce Koreli Honey’i gördük,üstüne Muzo’nun bir okul
arkadaşını gördük.Artık normal karşılıyorduk :)
Genel’de sokaklarda yattığımız için bazen ister istemez kötü koktuğumuzu anlamıyorduk. O yüzden
Venedik treninde güzel giyinimli İtalyanların arasında serseriler olarak
yerleştik. Tabii ilk başta gülümsediler.Ama kokular ortaya çıkınca trende
bulunduğumuz bölüm ister istemez bize kalmıştı :)
Nihayetinde San Marco meydanına varmıştık.Venedik için Kıvılcım anakaraya 1 saatlik mesafede
bulunan otobüsle gidilen Village jully kampından bahsetmişti.Hem fiyat hem
temizlik vs. diğer konular açısından gerçekten çok iyiydi.Eşyalarımız banyo
derken bir baktık havuz da vardı.Hava soğuk dinlemedik direk daldık :) Venedik’e geri
döndükten sonra.Birbirinin aynı sokaklarda kaybolduk.Tesadüfen Türklerin
zamanında ticaret yaptığı sokağa denk geldik.İtalya’da yediğimiz en güzel
pizzayı Venedik’te denk
getirebilmiştik.Yerde yürüyerek gezen kuşlardan,Gondollara kadar şehir ‘aşk’
üzerine kurulmuş. Gondollar biraz pahalıydı pekte ihtiyaç duymadık :) Bütün gün geze geze en
sonunda San Marco meydanına gelmişti.Hava kararmıştı.Gökyüzünden yıldızlar San
Marco meydanında sırayla müzik çalan restaurantlara ilham oluyordu sanırım.
Meydan da dans eden insanlar Napolyon'un Avrupa'nın en güzel şenlik alanı" ifadesini tabiri caizse anlatıyordu. Gerçekten aşk var mı diye soranlara,düşündürecek bir ambiyansı var diyebilirim.Venedik’ten 1 gece kalmıştık. Buraya sevdiğimiz hatunlarla geleceğiz dedik Muzoyla …
Yine bir sabah havalarda hafiften ısırmaya başladığında yorgun trenimize bindik.Bizi bu sefer Milano’ya götürüyordu.Milano’da hava yağmurluydu.Duamo katedralini görüp Nice’e zıplayalım dedik. Avrupa’nın 4.katedralinin önünde yağmura rağmen gidip görmek keyifliydi. Akşam üstüne kadar Milano’nun yağmurunda Espressolarımızı yudumlayıp Fransa’nın en güzel plajlarından birine sahip olan Nice şehrine doğru yol almıştık.Paramızda haliyle suyunu çekmeye başlamıştı dönüşümüzü de hesaplamaya başladık ister istemez.Amsterdam’dan ucuz uçak bileti ile dönüş yaparız diyerek charter seferleri araştırmaya başladık internet cafelerde. :) şimdiki kafelerde wifi yoktu o zaman.:)O yüzden Nice şehrinde bir şehir turu attıktan sonra Paris’e geçmeye karar verdik.Bu arada uykuyu ya sokaklarda ya trenlerde gidermeye devam ediyorduk.Haliyle vücutlar yorgun düşmüş ama gördüklerimiz,yaşadıklarımız enerji veriyordu. Sanırım o kadar uzun kmlerce yolu yürüyerek gezecek enerjiyi o şekilde tamamlıyorduk. Nice’den Paris’e geldik. Büyüsünden çıkamadığımız anlar bitmeyecek dedik en sonunda. Eşyaları yine tren istasyonuna kilitledik. Fransa içinde ayrı bir blog yazacağım için Eyfel’den Louvre müzesine Notre Dame katedraline kadar Paris’in muhteşem metro hattına rağmen yürüyerek gezmiştik.
Arka arkaya süren bu kültür patlaması maddi açıdan da bir
sona yaklaştığımızı hissettiriyordu. İmkanımız olsa belki bir ay daha
sürdürebilirdik.O yüzden Paris’ten hızlı trene para kıyarak Amsterdam’a gitmeye
karar verdik.Son derece konforlu TGV trenlerinde 3 saatte güzel bir uyku
çekerek Hollanda’ya vardık.İlk yaptığımız iş banliyödeki banyolarda dezenfekte
olmaktı :)
Sonra ver elini Amsterdam diyerek başladık meşhur
sokaklarında dolaşmaya.Bisiklet şehri desem daha doğru olur.İnanılmaz bir
bisiklet ve illegal içecek kullanımı mevcut.Şehir coffeshoplar ve eğlence
üzerine kurulu diyebilirim. Bir sürü zenci tipimizden sanırım bir çok illegal
satış yapmak için laf atıyordu.Artık bitkinlikten Türkiye’ye dönmeye karar
vermiştik.Corendon diye bir charter firmadan direk İstanbul’a kişi başı 60 Euro’ya
bilet aldık şaka gibi gelmişti.Onuda Türkiye’den destek alarak
alabildik.Amsterdam’ın tadını tam çıkartamamıştık.Ama bir daha ki geleceğim
sefer için aklıma yazmıştım.
İşin özeti hayatımıza en büyük vizyonu katan tatil yaşamıştık
yaşadık.Farklı kültürler,farklı hayatlar ve belki de şu dönemde unuttuğumuz
kavram ‘hayaller’ …
O kadar çok hayal kurduğumuz bir tatildi ki hayatın
neresinde olursak olalım.Gözü kararttıktan sonra belki bir sene boyunca karın
tokluğuna çalışacak olsam da gerçekten unutulmayacak bir deneyim yaşamıştık…
Yarını düşünmeden yaşadığm bir yazının sonuna daha geldim…
Seyahat etmek, hayal gücümüzü gerçeklerle dengeler ve bazı şeylerin nasıl olduğunu düşünmek yerine onları görmemizi sağlar.....S.Johnson
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder