16 Mart 2021 Salı

 



Sevgili Ünsal Ünlü bu Cuma günü yayınında Jose Saramago’nun zirveye ulaştığı ‘Körlük’ kitabını işleyeceğini duyurdu (Youtube üzerinde)

‘Kimse, görmek istemeyenler kadar kör değildir’

Kitabı okuduktan sonra kitap hakkında birçok kaynak okudum, haliyle bu kadar güzel kitap okununca insan kitap hakkında araştırma yapmak istiyor ve kitap hakkında inceleme yazarken de okuduğu yazıların etkisinde kalabiliyor, onun için bazı cümlelerim okuduğum yazıların etkisindendir ve tabii Saramago'nun cümleleri de mevcut.

Hayatımız gören gözlere göre planlanmış. En temel ihtiyaçlarımızı bile gözlerimiz olmadan karşılayamayız. Çevremizde kimsenin göremediği, ihtiyaçlarını karşılayamadığı, birbirine yardım edemediği ve hayatta kalmak için her türlü kaosun olduğu bir dünya düşünebilir miyiz?

Kitabı okurken, bir felaketin karşısında kalan insanoğlunun nasıl ilkelleştiğini, hayatta kalabilmek ve açlığa direnebilmek adına nasıl vahşileşeceğini ve insanı insan yapan bütün etik değerlerin nasıl kaybolacağını göreceksiniz.

İnsan doğasının inkar edilemez kötü yanlarını ve vahşetini gözler önüne seriyor. Saramago’nun insan aklının körlüğü için kullandığı bu eşsiz bakışı ; Siyaseti, devletleri, dini ve bize öğretilen ahlak kurallarını sorguluyor. Biröportajında ;Yazdığı en zor roman ‘Körlük’ romanıymış, yalnız buradaki körlük İnsan aklının körlüğüne dem vurmasıdır. Bunu da şöyle açıklıyordu;’’Bir yandan gezegendeki kaya oluşumlarını incelemek için marsa adam gönderiyoruz. Âmâ bu dünyada milyarlarca insanın aç kalmasına göz yumuyoruz. Bu büyük bir çelişki.‘’

Dolayısıyla kitapta geçen körlük, esasen bir uyanış ve ikiyüzlülük, hırsızlık, istismar, yolsuzluk, ahlâksızlık, onursuzluk gibi toplumun iliklerine dek işlemiş; fakat örtbas edilmeye  hatta görmezden gelinmeye çalışılan gerçekliklere tutulmuş bir aynadır. Bu aynada kendini ilk defa çırılçıplak gören insanlar, erdemleri ve ahlâkî değerleri de sorgulamaya başlar. Saramago, burada “görme” olgusunu bir ölçek olarak öne çıkarır. Herkese iyi okumalar dilerim.

11 Mart 2021 Perşembe

Astor Piazzola ile bir asır




Bugün ailesi İtalya’dan göçen, Arjantin’de doğan, New York’ta yetiştirilen bir müziğin dehalarından, Tango Nuevo'nun yaratıcısı olarak kabul edilen Astor Pizolla’nın 100.yaşı
Ailesi Güney İtalya kökenlidir. 2 yaşında ailesiyle beraber York’a taşındıktan sonra hikayesi başlıyor. Bu sürede İspanyolca, İtalyanca, Fransızca ve İngilizceyle haşır neşir olmuştur. Tango,Jazz ve klasik müzikle büyümüştür. 13 yaşındayken Tango’nun kralı Carlos Gardel ile tanışmış, Gerdel Piazzola'ya kendi grubuyla beraber turneye çıkmasını teklif etmiştir. Fakat Piazzola'nın babası, bu küçük yaşta turneye izin vermemiştir. Gidemediği turne Kolombiya'da uçak kazasıyla sonlanmış, Gardel ve arkadaşları vefat etmişlerdir.





Annesi terzi, babası ise berberdi. Mahalle arkadaşı Rocky Marciano (meşhur Rocky filmlerinin kaynağı olan ) Dünya ağır sıklet boks şampiyonu olacak, bir grup arkadaşı ise Kaliforniya'da Alcatraz'da, bir kısmı ise New York'ta Sing Sing'de oturmak zorunda kalacaktı. Ama o kendini müziğiyle yaşattı.


Tangoyla yakınen ilgilendiği yıllarda bile Bach, Stravinski, Bartok gibi bestecilerden çok etkilenmiş bir kişidir. Hatta Paris’e eğitim almaya gidip, Nadia Boulanger (pek çok önemli bestecinin öğretmeni) ile çalışma imkanı olunca tango geçmişini saklamış tamamen klasiğe yönelmek istemiştir. Ancak bir gün hocası ‘’Triunfal’’ isimli tangosunu dinlemiş ve "tamam, klasik eserlerin güzel ama gerçek piazzolla burada, bunu asla bırakma" demiş.





Bundan sonra bandoneonun (alman çalgısı) ve tangosuna geri dönse de klasik formlarla tangoyu başka bir noktaya getirmiş, hepimizin kulağına dolu dolu gelen, derin, yenilikçi tangoları bestelemiştir.






Aldığı kontrpuan (Müzik kompozisyonunda iki ya da daha çok melodi çizgisini belli teknik ve estetik ölçütlere uygun olarak birleştirme veya yatay çok sesleme sistem) eğitimi sayesinde, kontrpuanı, tango müziğinde pratiğe geçirmiş olup, alanında yeni bir akım yaratmıştır.

"Her yerde olma avantajının sefasını süren, Tanrı değil acı'dır." emil cioran yazılarımdan etkilendiği sözlerden biri olarak söylenir.
















#tango #astorpiazzolla #music #dance #dans #history #tarih #eğitim #art #latindance #latina #jazz

10 Mart 2021 Çarşamba

Asya'nın Filipinler ülkesinde bulunan , Dünya'nın iki kez en iyi adasında seçilen 'Boracay' a tatile gelen İtalyan bir Acapella grubuyla aynı yerde yemek yemiştik. Hepimize yemek sonrası, gönüllerinden bir ikramda bulunmuşlardı.



Hayat bir yerde bizleri tekrar buluşturuyor.

&
Osho 'nun 'Ego ' kitabından bir alıntı ile güzel bir hafta sonu olsun herkese.

"Hiç fark ettin mi? Para konusunda çok hırslı olan bir insan yavaş yavaş paranın niteliklerine sahip olmaya başlar, o sadece bir paraya
dönüşür. O maneviyatı yitirir. O artık ruhsallığını yitirir, o artık bir ruh değildir. O bir nesneye indirgenmiştir.
Eğer parayı seversen, para gibi olacaksın.
Eğer evini seversen yavaş yavaş materyal hale geleceksin.
Neyi seversen o olursun. Sevgi simyasaldır. Asla yanlış bir şeyi sevme çünkü o seni dönüştürecektir.
Hiçbir şey sevgi kadardönüştürücü değildir.

Seni yükseltecek, yüksek seviyelere çıkaracak şeyi sev."

8 Mart 2021 Pazartesi

Mikrona uygulaması

 Bu yazıya başlamadan önce bugün aslında ‘’ Agnostisizm’’ üzerine kaynakları geziniyordum. Hatta youtube kanallarında ‘’Diamond Tema’’ adlı bir sayfanın içerik üreticisi genç bir kardeşimizin notlarını dinledim. Aslında konuyla ilgili notlar toplarken, nev-i derya internet sağolsun uyku ile ilgili bir bilgi çıkardı karşıma. Bu yazının peşinde giderken , Salvador Dali ve Einsten’in bilmediğim bir yönünü gördüm.




Salvador d. ve Albert Einstein’ın ortak bir özelliği varmış. Her ikisi de ‘’Mikrona’’ diye tabir edebileceğimiz çok kısa süreli uykulara dalıyormuş. Bu mikro uykuları şöyle organize ediyorlarmış. Bir sandalyeye oturuyorlar ve ellerine ağır bir anahtarlık alıyorlar. Ellerinin altına yere bir tabak gibi ses çıkartabilecek bir şey bırakıyorlar. Anahtarlar ellerindeyken uykuya dalıyorlar ve derin uykuya geçtiklerinde anahtarlık ellerinden kayıp yere düşüyor ve gürültü ile uyanıyorlar. İşte buna mikrona deniyormuş.



Peki, neden bu iki deha bu tip bir uyku düzeni oturtmuşlar? Cevabı hypnagogia veua hypnagogic duyular da diyebiliriz. Özetle hypnagogic duyular bir kişinin uykuya dalarken veya uyanırken yaşadığı akılda kalıcı rüya benzeri deneyimlerdir diyebiliriz. 



Hypnagogic durumdaki kişi her ne kadar tamamen uyanık gibi gözükse de beyin dalgaları kişinin teknik olarak uyuduğunu gösterir. Ayrıca, kişi bulunduğu durum hakkında tamamen bilinçli olabilir. Bu durum, bazı teknikler kullanarak bilinçli olarak uyanma durumundan direkt rüya durumuna girmesiyle (örnek: berrak rüya) oluşur. Kimi sanatçı, müzisyen, mimari mühendis ve yaratıcılık isteyen diğer meslekteki insanlar, düşüncelerini özgür bırakıp yeni yaratıcı fikirler ürettikleri hypnagogia'dan faydalanmışlardır. Dali ve Einstein’ da kurguladıkları micro-nap'ler ile hypnagogia'yı kendi menfaatleri için kullanmayı başarmış kişilerdir.

19 Şubat 2016 Cuma

Saúde! Brazil .. @ Rio de Janeiro

Kaybedilen binlerce vatandaş,şehitler,tartışmalar,iş stresi,Karşıyaka maçları vs. hayatlarımız yüreklerimize kara günlerin sayısını arttırdığı bir dönem yaşatsa da,bizi biz yapan umudumuz,gülümseyişimiz için vazgeçmemek lazımdı.Ne olanları silip,unutabilirdik ne de hayat coşkumuzu yok edebilirdik.Sosyal medya da geçen uzun tatilimizden bu yana aramıza katılan minik yürekler,el ele bir hayata karar veren dostlarımızın mutlulukları şüphesiz tarifi olmayan mutluluklardı. Biz de bekarlar kulübünün iki bireyi olarak bu hayatlara ulaşmadan yapabileceğimiz çılgınlığı zorlamak istiyorduk. İnandığımız bir çok hayal vardı.Biri gerçekleşmesi için şartları kendi adıma zorlamam lazımdı. Önce Brezilya- Arjantin turu olarak düşünmüştük rotamızı maalesef ekonomik olarak zaten büyük bir eksi deydim. Caner’de benimle aynı fikirdeydi tükenmeyelim dedik. Sadece Brezilya’yı seçtik.Şansımız yaver giderse belki bir daha ki sefere orayı da görürüz dedik.Başladık çalışmalara.Forumlar,bloglar,trip advisor dan tüm yorumlara görsellere baktık.Kafamıza göre bir plan yaptık.2 gece 3 gün sau paulo ve 11 günlük Rio fethine karar verdik.Tabii cebimde beş kuruş yokken.Kart limitimi maksimum limite getirip airbnb’den günlüğü 100 TL’ye bulduğumuz Marco Antinio ‘nun evini tuttuk Catete bölgesinde. (favelalara komşu olmuştuk).



Aynı şekilde uçak biletini de kartımın son limitiyle aldım. Nakit konusunda kampanya yapıp belki aylarca kazanacağım maaşlarımı yok edecek bir çalışma ile 35.5 gönüllü bulup herkesten 100 tl borç alıp bir arkadaşımdan 50 tl ile nakit sıkıntımı giderecektim. Dostlarıma hayatlarında vereceği en güzel borçlardan biri olacağını,onlara magnetlerle bonusu olacağını anlattım. Böylesine sonunu düşünmeyen keyifli bir hazırlıklı döneminden sonra. İzmir’den İstanbul’a geldik.Oraya tayin olan havacılık sektöründeki meslektaşlarım Yasemin ve Simay’la gidene kadar kahvelerimizi planlarımızı konuştuktan bizi uğurladılar.



İlk durağımız Dubai idi.5 saate süren yolcuktan sonra 10 saat bekledik J neyse ki wifi map (https://play.google.com/store/apps/details?id=io.wifimap.wifimap&hl=tr) diye bir program keşfetmiştim.Hava alanındaki wifilerin bazılarının şifrelerini buluyordu. Bize de 10 saat internet sağlayarak vakti silip,süpürmemizi sağladı.Sonrasında beklediğimiz an gelmişti 14 saatlik hayatımın en uzun uçuşunu yapmaya gelmişti. Sau Paulo’ya doğru yola çıkmıştık.Uçaktaki internet sayesinde film,dizi,sosyal medya az uyku ,bol içki ile 12 bin km ayaklarımızın altından geçiyordu.


Birkaç saatlik uykudan sonra nihayet varmıştık. Sau Paulo ‘ya indiğimizde Jetlag sesleri beynimizde davullarla başlayacaktı tezahüratlara :) Yol yorgunluğu merkezde ki otelimize gidip üstümüzü değiştik.Bir iki saatlik dinlenmeden sonra Sau Paulo sokaklarına akmaya başladık. Tabii sersem tavuk misali İngilizce bilmeyen taksicilere yol tarifi yapmak çok iyi bir tecrübe oldu. Beden dilimiz artık master seviyesine ulaştı. Nihayetinde gençlerin takıldığı mekanlarda oturduk.Herkes sohbetteydi.Bir ara sokakta gezerken.Salaş ufak bir bar gördük.Yaş ortalaması belki 70 ama hala iş bitmemiş dedirten bir mekandı. Latinlerin nostaljik şarkılarını hep beraber söylüyorlardı .




Keyiflerine ortak olmak için daldık aralarına. Meşhur içkileri caipirinha ile tanışmamız burada olmuştu. Neyse ki google haritaları çevrimdışı telefona indirip internet olmadan kablosuz modemleri bulması sayesinde yol bulma konusunda bir gün bile sıkıntı yaşamadık. Sanırım akıllı telefonların hakkını veren bir noktasına gelmiştik. Ertesi günde Sau Paulo’nun taksi şoförlerinin belediyeyi protesto etmek için havaya fırlattıkları ses bombaları arasında şehri dolaşmaya başlamıştık. Sao Paulo Güney Amerika’nın en büyük şehri olması sanayi vs 20 milyona ulaşan kitlesiyle merkezi bir şehir haline gelmiş. Belki fark edemediğimiz mekanlar var yüz ölçüm olarak çok büyük.Sanayii çok ön planda olduğu için asıl hedefimiz Rio’ya doğru havaalanına yola çıktık. Havaalanında gospeaky sitesinden tanıştığımız Monica bizi karşılamıştı. Sanki 40 yıldır bizi tanıyordu :)


Onla vedalaşmamızdan sonra Rio’ya doğru yola çıktık.Uçağın 40 dk sürdüğünü bilmediğimizden bira istedik herkes bize bakmıştı J Neyse ki Rio’ya geldiğimizde tepeden İsa heykelini gördük.Caner uydu vericisi sanmıştı.Yanımda oturan bir kıza İsa heykelimi o dediğimde evet deyince uçakta kahkahayı patlattık. Daha inmeden karnaval başlamıştı.
İner inmez taksiye binip airbnb sitesinden kiraladığımız (günlüğü 100 TL) evimize doğru yola çıktık.Neyse ki 20 dk sürdüğü için artık bitmez dedirten yolcuğumuz nihayet bitmişti :)
Sıra geldi deniz ve gece hayatına. Plajlarını çok gezdik. Copacapana halk plajı denizi o kadar güzel değil. Ama yürüyüş, spor, bisiklet turu için harika. 4 Km uzunluğunda.


Hollanda’dan sonra bisiklet kullanmanın en keyifli olacağı bir şehir de Rio diyebiliriz. Böylesine güzel manzaralarla dolu plajlarına bakarak pedalları çevirmek hafızalarımıza unutamayacağımız kareler kaydettirdi.5 km lik bisiklet parkuru ile trafiğin içinden ,yolların ortasından son derece güvenli bisiklet yolları yaratmışlar. Şehir zaten sporla başlıyor güne.Bisiklet yollarında koşuya çıkan,kaykay ile kayan,paten yapan,otobüs duraklarında spora aletleriyle çalışıp otobüsünü bekleyen bir şehir. Zaten gezerken genelde fit ve güçlü bedenleri gördük.Ama biz daha çok ipenama’yı beğendik.O plaj daha ufak ama denizi daha güzel.


Tabii ilk üç gün denize rahat rahat girmemize rağmen okyanus olduğu için sonra ki günler buz gibi oldu. Maalesef çok yüzme şansımız olmadı. Yüzme konusunda maalesef zayıf.Plajlar da mangal yapan seyyarlar inanılmaz çok. Hemen 5 dk’da şiş kebap gibi hazırlıyorlar. Bira,kokteyl satanlar da çok ama pazarlık yapın turist olduğumuzu anladıklarında 5 tl’ye satılan birayı 50 ye satabiliyor. Hindistan Cevizi alıp onla kumsal da oturmak zaten su içmek gibi bir şey. Her gün olmazsa olmazları. Plajlarında akşam sekize kadar duran insanlar var. Tabii geldik yılbaşı gecesine Dünya genelinde ilk beşte gösterilen bir şovla karşılıyorlardı.Şimdi şu satırları yazarken bile aklm o gecenin içinde kaldı gitti.Binlerce latin kendi kültürülerinin dibine vuruyorlardı.Hatta şubat ayında gerçekleştirilen Rio Festivalinde dans eden tüm kitleyle beraber eğlenme şansınız var.






Biz gece hayatını da yakalamak için aldığımız metro kartımızla hergün ipenama –catete arasını mekik dokuyorduk. Geceleri de taksileri kullanıyorduk. Taksileri ucuz. Rio’nun en çok sevdiğim kısmı her bölgesinde insanlar sokakta.


Bizde ki park kültürü onlarda sokaklara kadar yayılmış vaziyette. İletişim son derece yüksek. Gece hayatına gelirsek mekanların isimlerini de listelemeden önce ateşli brezilyalı hatunlar lafına aldanmayın. Bekar arkadaşlara özellikle söylüyorum :) Arjantinlilerle daha çok eğlendik diyebilirim. Brezilyalı kızlar eğlenmeyi çok seviyor.Dans etmeyi,dans ederken baştan çıkaracak kadar ileri gitmekte onlar için normal . Hepsinde bir yuva kurma isteği var. Katolik bir halk olduklarını biliyorduk. Fakat evlilik, sevgili olmak daha öncelikli bir seçim oluyormuş onlar için. Bu kadar evlenme üzerine beklentiyi gördükten sonra bizim ülkeyi normal karşıladım :).


Neyse şimdi Brezilya gecelerini gezerken dikkatimizi çeken en büyük şey ‘’Yemek’’. Bira tüketiminde Alman’lardan ,İrlandalılardan sonra Brezilya var diyebilirim. Gece 12 ‘de bile mekana gelip yemek yiyen çiftler, aileler,arkadaşlar görebilirsiniz. Ciddi bir tüketimleri var. Eğlence hayatları tahmin ettiğiniz gibi salsa,chacha,samba ve türevleri şeklinde gidiyor. Müzikal anlamda kendi zevklerini yaşamayı tercih ediyorlar.Kulüp (club) ‘lerinden,canlı performanslarına,sahne şovlarına kadar bir çok mekana girdik. Taksicisinden, güvenlik görevlisine kadar herkes Latin müziğine hayran. Alternatif müzikler yapan yerler parmakla sayılı.


Bütün Rio’yu gezdik. Ghetto bölgelerinde katıldığımız sokak partileri çok başarılıydı. Orada dubstep şarkılar çalan mekanlardan, meydanlarında reggea konserine kadar güzel ortamlar var. Tabii kimse kimseye karışmıyor. Herkes kendi kafasında eğleniyor.İsteyen kaykayına biniyor, isteyen underground kültürünü duvarlara spreyler atıyorlar hayatlarını kendi zevklerine göre sürdürmek hoşlarına gidiyor.


Tabii bu gittiğimiz bölgelere turistler ancak otobüsler içinde gezerek gidebiliyor.Biz direk girdik çünkü bizi turist sanan hiç yoktu. Onun avantajını çok yaşadık. Tehlikeli bölgeleri aslında dışarıdan ne kadar risk teşkil etse de doğa,tarih,sanat v.s gibi incelenen başlıklarından farklı gece ortamları olayını yaşamıştık.Her ülkenin kendine ait gece hayatları vardır.Brezilya’da herkes birbirini tanıyor.Akıllı telefonlar bizler gibi onları da esir almış :) Whatsupp'tan msjlaşma yok sesli mesajlarla yediden yetmişe iletişim kurmayı seviyor. İmkanlarımızı zorlayıp gidebileceğimiz tüm noktalara gitmeye devam edeceğiz.Tabii ki futbolu anlatmadan bırakmayacağım. Ülkenin genelinde futbol bir aşk,tutkuydu. Plajlarında sahil boyunca yuvarlak dairelerle saatlerce top sektiren bayan ve erkek gruplarından,plaj voleybolunun yerine daha çok futbolu tercih eden yüzlerce futbol sever görebilirsiniz. Sokaklarında flamingo ağırlıklı olmak üzere formasız ya da bir futbol takımını temsil eden ürünsüz insan görmemeniz çok zor.Herkes de forma tabii biz de bir gün giydik Karşıyaka formalarımızı inanılmaz bir şekilde ilgi ve sorular geldi. Türkiye dediğimizde çok sevdiklerini söylediler.Sanırım yıllardır bizi biliyorlar.



Zaten tarihi yerleri yeterince İnternette bahsediyor o yüzden çok detaylı bir şekilde oralardan bahsetmiyorum.Kazakistan'dan gelen minyatür işlemeli taşlarla oluşturulan Santa Teresa'dan Sugarlof ve Cristo Redentor (İsa heykeli olmazsa olmaz kesinlikle görülmeli...
















Bir daha ki yolculuk Küba olabilir… Sevgilerle…


Tadına doyamadığımız yemekleri ve mekanları..


Her sabah yediğimiz : Coxinha (Brezilya içli köftesi)


Malzemeler


İçi için:


2 adet tavuk göğsü,1 zar şeklinde doğranmış domates,1 adet rendelenmiş havuç,4 ince kıyılmış taze soğan,2 diş sarımsak rendesi,ince kıyılmış maydanoz,1 kaşık zeytinyağı,1 tepeleme çay kaşığı tuz,bolca çekilmiş karabiber


Diğerleri google da var zaten bakarsınız :)

Tavsiye edeceğim mekanları .
Restaurante Harbitual  Urca
Vinicius Bar – burada Brazilian barbecue yemek lazım, picanha cok güzel yapıyorlar,
Porcao Rio’s – sınırsız Brezilya barbekusu, her tur et var, 1 numara diyorlar, barbeküye Churasscaria derler, sınırsıza Rodizio, sushi de var, birden fazla yerde var, Sugar Loaf un karsısındaki yeri süperdir, http://www.tripadvisor.com/Restaurant_Review-g303506-d968552-Reviews-Porcao_Rio_s-Rio_de_Janeiro_State_of_Rio_de_Janeiro.html 
Artigiano –  Jardim Allah’ın kenarindaki kanalın yanında, kuzu eti ve pizza cok iyi,
http://www.tripadvisor.com/Restaurant_Review-g303506-d1885368-Reviews-Artigiano-Rio_de_Janeiro_State_of_Rio_de_Janeiro.html Jobi – en popülar barlardan, aksam 11den once restoran, cok güzel bir semt olan Leblon’da
Sindicato do Chopp – brezilya fast foodu, bir kac yerde var, Lemedeki benim favorimdi, fiyatlar ucuz, tavsiye ettiklerim: Frango de Paserinha (kızarmıs maydanozlu tavuk), Camarao de Grande (jumbo karides ızgara), Picanha (bonfile/antrikot karısımı)
Manoel & Joaquim – Copacabana üzerinde Portekiz restoranı,  Bacalu balığı yemek lazım burada http://www.tripadvisor.com.tr/Restaurant_Review-g303506-d1415548-Reviews-Manoel_Joaquim-Rio_de_Janeiro_State_of_Rio_de_Janeiro.html 
Garota de Ipanema – meshur Girl from Ipanema sarkısından ilham alan restoran, Brazilian barbecue güzel olur, Vinicius ile karsı karsıya yerlerihttp://www.tripadvisor.com/Restaurant_Review-g303506-d787028-Reviews-Garota_de_Ipanema-Rio_de_Janeiro_State_of_Rio_de_Janeiro.html 
Carretao Churasscaria – Barbeku, cok iyidir


Fogo de Chao Fiyatı biraz yüksek ama hakkını fazlasıyla veriyor şüpheniz olmasın :)

Adega Flor de Coimbra
Santa Terasa 'da taşların üzerinde foto çektirdikten sonra buraya uğramanız lazım. Brazilya-Portekiz kültürel etkilerini taşıyan bir rest.






4 Kasım 2015 Çarşamba

Sallanan şehir…"Fluctuat nec mergitur". Paris….

Sallanan şehir…. Paris….


İnterrail döneminde beynimle ruhumdaki köprüye ismini yazan şehirlerden biri  de şüphesiz Paris’ti…
Yıllar sonra Karşıyakamız Eurochallenge kupasında yarı final için yolu Paris’e düşer,birçok yönden keyifli bir anıları not almak için 4 günlük bir yolculuğa hazırlanmıştım. Salı günü seri de 1-0 geride kaldığımız Paris-Levallois Basket takımını muhteşem taraftarımızla kazanınca.12 Mart günü yolumuz ‘kendini yalnız,üşüyen çocukları’ kucaklayan bir şehre doğru yola çıktık.Daha önceki gidişimde hissettiklerim Paris’in mutlaka aç kalma pahasına dahi olsa da ikinci kez gezmem gerektiğiydi.Murat ve Enver ile Pegasus’la Sabihe Gökçen’den Orly havaalına doğru havada ki yolculuğa başlamıştık.Daha havadayken yolu Tokyo ‘dan gelen Brezilya’lı Kelly ile tanışıp seferimize Latin havasının katılışına eşlik ettik. Kaf kaf çektirmemiz zor olsa da Latinlerin bizden daha hızlı harf yuttuklarını öğrenmiş olduk J

Sonrasında merkeze giderken metro hattının anlamadığımız Fransızca yönlerine rağmen renkleri takip ettiğimizi çözmemizle bütün Paris’i metroyla alt üst edeceğimizi anladık



.Başlangıç olarak Notre Dame katedraline yakın birde çıkmak keyifli bir başlangıçtı.Benim içinse 1163’te Papa III Alexander’in temel taşını koyduğu Notre Dame Katedrali Piskopos Maurice de Sully tasarımıyla toplam 170 yılda yapılabilen, 1334 yılındada sahip olduğu mimarisi ile tam bir Gotik şaheser dedirten, 130 metre genişlik ve 35 metre uzunluktaki yapı aynı anda 9000 kişinin ibadet etmesine olanak tanıyan bu muazzam yapıyla Bonjour Paris diyecek olmam keyifli bir başlangıç olarak bu notlarımın habercisi olmuştu.






Şehir’de  Notre Dame’ın Kamburunun olan zangocu Quasimodo’nun Çingene kızı Esmeralda’ya aşkı  öyle nam yaymış ki Dünya’da bilmeyen kalmaz.Hatta bu konuyu kültürüne ait bir şekilde hissetmek için şu müzikali izlemekte fayda var.


Katedralin saçaklarındaki, dışarı doğru uzanmış şeytanımsı heykellere çörten veya gargoyl deniyormuş. Saçaklarda durmasının sebebi yağmur sularının binanın temellerine zarar vermesini engellemekmiş; suların oluklardan duvar boyunca akmasını engelleyip saçaklardan daha uzağa boşalmasını sağlıyormuş. Tam da ağızlarından ateş çıkmak üzereyken taşlaşmış ejderha gibi görünmelerinin sebebi de. ‘’Rivayete göre Sen Nehri’nin kıyısındaki tekneleri yakıp yıkan, dört bacaklı, kanatlı, yılan vücutlu bir ejderha varmış. Rouen piskoposu Aziz Romain güya parmaklarını haç şeklinde tutup canavarı evcilleştirmiş, sonra da kasabaya götürüp onu bir daha kimseye zarar veremesin diye ateşe vermiş. Ama rivayet bu ya, nefesi ile sürekli alev saçmaktan binlerce derece ateşe dayanıklı hale gelen ağzı, boynu ve kafası bir türlü yanmamış. Kasabalılar da tanrının gücünü göstermek ve bir daha hiçbir canavarın onları rahatsız etmemesini sağlamak için kafasını katedralin üstünü asmışlar. O gün bugündür, kötü ruhları def etmek için gargoyller yeni inşa edilen binaların üstüne asılıyormuş…




Mimarisinden katedralin üzerinde bir çok konuyu,meleği,imgeyi kavrayan katedralin fotoları her şeyi anlatıyor sanırım.
Yorucu bir uçak yolculuğundan sonra Ghettoların arasından rezervasyon yapan Murat sayesinde ilk geceyi  Paris’in en kuzeyinde ballıkuyusunda geçirdik diyebilirim. Sonrasında ertesi gün daha merkezi yer olan Gare de Nord tarafında bir hostele geçtik.Artık şehrin sanata,aşka,tarihe olan ünü kadar her metroda ,sokakta,parkta vs. Beast kulaklıklarıyla kendi müziklerini yaşayan halkın gecelerini görme vakti gelmişti.iki seferimde gezdiklerim arasında en çok Bastielle etkilemişti. Daha çok genç kesimin geldiği ve her tarafta renkli ışıkların olduğu güzel bir bölge ve cadde. Ben caddeden yürüdüğümde çok kalabalıktı ve sanırsam dikkatli olmak gerekiyor.

Sonuçta her yerde olduğu gibi buranın da hızlı grupları vardı.Mekanları bol bol gezdik.Birkaç omuz atan olmasına rağmen bakışımızı asla geri çevirmedik.Bir kaç grup dışında genel olarak mekanlar dolu.Herkes kendi kafasında mekanda eğleniyor.Her Avrupa şehrinde olduğu gibi sohbetler dönmedolap misali masadan masaya farklı hallerde dolaşmaya devam ediyordu. Champs-Élysées 

Bölgesi yani kısaca Şanzelize sanırım

Bu uzun inanılmaz geniş caddesi akşamları sohbet ve yemek üzerine kurulmuş.Birbirinden alımlı bar-restaurantları var ama asıl ayrıntıyı eğlenceli sohbetlerine saklamışlardı. Dünya'nın yine ufak olduğunu Cafe Jade adlı mekanda Karşıyakalı Hakan abimiz bizi maçtan bir gün önce buraya getirerek güzel bir dost daha kazanmamızı sağlayacaktı. Cüneyt Abi buranın müdürü ve İzmir’liydi. Bizle tanışınca bol bol İzmir ve Karşıyaka’dan konuştuk ona nasıl geldiğini az çok tahmin edebiliyorduk.edebiliyorduk. Sağolsun güzel kokteyllerinden ikram etmişti.




O günden beri hala sohbetimiz sürekli devam eder.Şanzelizeyi kısaca özetlemek gerekirse. 1667 yılında Louis XIV’nin bahçıvanı Andre Le Notre tarafından Tuileries Bahçesi manzarasını genişletmek için yapılan cadde yıllar içinde devamlı olarak gelişmiştir. 2 kilometre uzunluktaki caddenin bir ucunda Paris’in en ünlü simgelerinden olan Zafer Takı bulunmaktadır. Dilerseniz Zafer Takı’nın seyir terasına çıkarak da Şanzelize Caddesi’nin muhteşem manzarasını izleyebilirsiniz. Caddenin diğer ucu ise şehrin ünlü meydanı Concorde’a uzanır.


Günümüzde cadde, birbirinden lüks moda markalarının mağazalarına, kafe ve restoranlara, sinemalara, turistik dükkânlara ev sahipliği yapar. Paris ve Fransa tarihinin tüm önemli yıl dönümleri ve birçok önemli kutlamanın şehirdeki en bilindik adresi Şanzelize Caddesi’dir. Tour de France bisiklet yarışı, yılbaşı gecesi, Fransız ulusunun doğuşunu simgeleyen Bastille günü gibi kutlamaların adresi bu caddedir.
Şanzelize Caddesi’nin iki yakasında uzanan kestane ağaçları caddeye ayrı bir hava katar.
Şanzelize’yi bitirdikten sonra gelelim tarihi maça,deplasmana. Karşıyaka Spor Kulübü’nün tarihindeki belki de bu kadar katılımın olduğu ilk yurt dışı deplasmanı olduğu için tribünde katılım yüksekti.


Lise’den arkadaşım Gözde’yle yıllar sonra maçtan önce buluşmak bu turumun ayrı bir keyifli kısmıydı.  Tabii sosyalmedya da tüm Karşıyakalılar 17:00’de Eyfel kulesinde toplanacak haberi vardı.Bazı Fransızların demir yığını olarak kabul ettiği fakat çoğunluğu tarafından kabul edilen o meşhur Eyfel kulesine gelmiştik.



 Parislilerin deyimiyle “metal kuşkonmaza”. Buraya kadar geldik çıkacağız dedik.Asansör sırası çok olduğu için yürüyerek 2.platforma kadar merdivenlerden çıktık.Tabii buraya gelmeden önce City bus kiralayıp Notre Dame başta olmak üzere tarihi yerlere çabuk varalım diye otobüs bileti almıştık.O güne kadar hep kredi kartından geçinmiştim. Maalesef o gün cebimdeki tüm eurolar cüzdanımdaydı. Büyük bir şarap dükkanını görünce otobüsten alel acele in erken cüzdanım yere düşer.Arkadam gelen Murat başkasının sanıp o da iner.Tabii otobüs şöförüne bir aylık maaş hediyemiz olurJ  




Her tatilin en keyif,aksiyon vs. olan olayı hiçbir zaman unutulmaz kanunu tekrar yaşamıştık.O gün kara kara ne yapacağız nasıl işinden çıkacağız derken şimdi gülerek anlatıyoruz.Eyfelden sonra güzel dostlarımıza Eylem abiyle tanışarak devam etmiştik. Haldun ağabeylerle beraber,bizi Yiğitleri karavanına alarak Altar abinin yanına Paris sokaklarını inleterek votkalarımızı götüre götüre gidiyorduk.O karavan yolculuğumuzun en önemli Karetaşlarından.


Salon yakınında bulunan bir barda Altar abimiz (Aralıksonu Ocakbaşı’nın (Bostanlı) sahibi)
Sağ olsun hem Türkiye’den hem Avrupa’nın belirli yerlerinden gelen herkesi toplamış tezahüratlarla Paris’i inletmeye başlamıştı. Bende annemlerin yolda yiyelim diye yaptığı bir Torba poğaçayı masaya koyunca gurbetçi dostlarımızın gözlerindeki ışıltı daha keyifle bira kadehlerini havaya kaldırmamıza sebep olmuştu. 






Neyse maç vakti gelmişti. Apartman gibi bir salonun ikinci katına çıkmıştık.Ufuk Hoca’nın devleri Paris’i kulübünü hiçbir yerde yalnız bırakmayan yüreklerle eze eze yenip Kutsal Topraklarımızda son maça götürmüştü işi. Maçta en çok unutamayacağımız an herhalde plastik bardaklarda bitmeyen biralarla bağırıp maç izlemekti. Keşke Arena’da da olabilse…


Maçtan sonra merkeze gelmiştik.Murat yorgunluktan öldüğü için bizimle meşhur manzarası ile Sacré-Coeur’un (Basilique du Sacré-Cœur) olduğu Paris’e hakim tepenin namı diğer Ressamlar Tepesi’ne gelememişi.. 




Sacre Coeur Bazilikası, Fransa – Prusya Savaşı (1870-1871) sırasında ölen 58.000 Fransız askerinin anısına neredeyse 50 yılda inşaa edilmiş. Bazilikadaki rahipler hala bu savaşta ölen askerler için dua ediyormuş. Sacre Coeur Bazilikası’nın bunun dışında, İsa’nın kutsal kalbine adanması, sona eren II. İmparatorluk’un aşırılıklarına karşı bir kefaret olması, direnişte rol alan en asi semt olan Montmartre’nin ödüllendirilmesi gibi politik, kültürel ve dinsel birçok simgesel mesajı da varmış. Sacre Coeur Bazilikası’nın olduğu bu tepeye gelirseniz bir taşla iki kuş vurabilirsiniz. Çünkü Sacre Coeur Bazilikası’nın hemen birkaç metre yakınında Paris’in meşhur Ressamlar Tepesi (Place du Tertre) konumlanmaktadır. Salvador Dali, Monet, Picasso ve van Gogh gibi ressamların bir zamanlar uğrak yeri olan Ressamlar Tepesi artık turistlerin uzun kemerli burunlarını, kepçe kulaklarını portreleştirerek para kazanmaya çalışan karikatüristlerin ve belki de geleceğin büyük ressamlarının, sanatçılarının toplanma yeri haline gelmiş. Ağaçlıklar ve tarihi sokaklar arasında metrekare başına en çok, tek el hareketi ile açılan portatif bez sandalye ve şövale göreceğiniz Ressamlar Tepesi Paris’in uğrak turistik noktalarından…




Enver’le gece cadde yüyürken bir tarafta piano resitali,diğer mekanda akustik gitarla hafif bir akşam yemeği,bir tanesinde İskoç bandosu vardı.


Farklılıklar üzerine kurulu bir tepenin çevresinde ki turumuzu Paris’i izleyerek bitirmiştik…







Sessiz,sakince Paris’i dinleyen yürüyüş yollarından  giderken hayaller kurup iyi ki geldik demiştik…






Tolstoy gezilerinin birinde Paris’ten Rusya’daki bir arkadaşına şöyle yazmış:



‘Azizim bu şehir ne zaman benim üzerimde tesir etmez hâle gelecektir.’ Belki de yalnız Tolstoy değil ama galiba dünyada hiçbir insan yoktur ki Paris’in adını duyupta içi titremeyecek.Çünkü Paris sanat şehri, aşk şehri, hayat şehri. Herhalde Paris gerçek olmasaydı insanlar onu hayallerinde yaşatırlardı.


“Kaybolmuş bir çocuk gibi
Caddelerinde yürürken
Yalnızdım ve üşüyordum
Paris, sen beni kollarına aldın.”












23 Haziran 2015 Salı

Şampiyon Karşıyaka'ya selamlar

Bizim bir çok gerçeğimiz var..

Herkesin yaşam sevinci değişik frekanslarda olabiliyor. Fakat bunu tek bir noktada toplamak, o duyguyu nesilden nesile taşımak kolay bir iş değildir. İşte Karşıyaka taraftarı İşte Şampiyon Karşıyaka…

Bu şampiyonluktan öncesinde gidilen yollar, çekilen kahırlar, yaşanan acı-tatlı hatıralar var bu şampiyonluğun yolunda. Bir semt düşünün, geleceği için çalışıp mücadele ederken bir taraftan gönüllü olarak kulübü için mücadele etsin. Cebindeki son kuruşa kadar gideceği maçlara harcama yapsın. Arkadaşıyla yorucu bir deplasman ya da ev sahibi olduğumuz maç öncesi gevreğini çayını paylaşanları düşünün. Basketbol takımı başka şehirlerden uçakla dönerken bagaj hakkından kulüp ödeme yapmaması için kendi bagaj hakkını kulübü için harcasın. Hep kaybetsin ama hiç vazgeçmesin.


Yurt dışındaki maçlara ekonomik sınırlarını zorlayan taraftarıyla gitsin. Tüm şube çalışanları, hocası, taraftarı birbirini tanısın. Senelerdir gelen giden basketçileri camiayla bütünleşsin.
Çarşı’da olsun salon da olsun Mustafa  Abi’ye selam vermeyen kalmaz.
Maç öncesi parası yetmeyen kardeşlerine destek çalışması mutlaka olur.
Minik kardeşler herkesin kardeşidir. Dünya’da herhalde sahada ki oyuncu ve hakemlere hem görsel hem bağıran çağıran bu atmosferi sonuna kadar yaşayan başka bir vip tribün yoktur.

Karşıyaka Çarşı grubumuz gibi basketbola deplasman yapan bir grup olduğunu da düşünmüyorum.
Tribünde o sete çıkıp hiç oturmadan ayakları üstünde senelerini harcayan Taner, Altar,Metin abinin yanında artık bayrağı devralmaya hazırlanan Cenk’in emekleri bu yolda akan emek harcayan herkesin özetidir.




 Hepimizin kan ter içinde hangi maç oynanırsa oynansın saatlerce yorgun bitap düşmemize neden olacak eforu göstermemiz bu işin en önemli noktasıdır. Sosyal medyada emek harcayan bu anları insanlarımıza, gelecek kuşaklar için yakalayan arkadaşların o anlardan mahrum kalması da önemlidir. Çarşı’nın neferi olan HayalEt grubundaki dostlarım kardeşlerimin de hazırladığı pankartlar bu tutkunun semtimizde yaşayan insanlara neler yaptırdığını anlatıyor. Kimi uykusuz kimi cebinden maddiyat harcıyor.. Kimi akıl veriyor.. Kimi en yorgun anında herkese enerji katıyor.

Basketbol şube de çalışanlarımızın,  saatlerce telefonu susmadan bir maç oynanmadan önce ki bilet satış ve diğer organizasyonlara alan emeği oluşan bu sevgi zincirinin görünmeyen parçalarından biridir. Tıpkı KSK Store mağazalarının kulübe haciz gelmemesi için o kadar hınca hınç kitleye kesintisiz bilet satması gibi..

Şampiyonluk günü o kadar çok telefon geldi ki. Fazla fazla bilet alarak aman biletsiz kalmasın diyen tanıdıklarım vardı. Kimi 4 kimi 10 kimi 5 tane aldı. Maksat kimse dışarıda kalmasın dedi herkes. Çok yakın bir arkadaşım Amerika’dan beni aradı. Okyanus ötesinde maça gidememenin verdiği üzüntüden bir arkadaşımın uçak biletini karşılamak istiyordu. Ben de sezon başından beri maça gelen, doğum günü olan çok yakın bir arkadaşımı aradım. Cuma günü malum uçak biletleri uçuyordu. Daha önceden almayan, alamayanlar için tercih edilmemesi normal bir durumdu. İşyerinden izin alabilirsen maça uçuyoruz dedim. Bütün bilgilerini alıp Amerika’daki arkadaşı gece vakti uykusundan uyandırıp o bileti aldırdım.  O arkadaşım da o maçta bağırdı o anı yaşadı. Abdi İpekçi yaşasaydı herhalde böyle yürekli bir kitlenin o salonda toplanacağını tahmin edemezdi.  

Biz başarıyı sevseydik bunca yıl o yolları kimse çekmezdi, o yönetimlere kimse talip olmadı, bu kadar gönüllü ortaya çıkmazdı. Bizim bir çok gerçeğimiz var bir de Ufuk Sarıca’mız var. Çünkü o da bizden biri oldu. Semtin havasını, suyunu bu ailevi yapısını özümsedi.
Cumhurbaşkanlığı kupasını aldıktan sonra uçakta dönerken ‘Dün gece bir şey gördüm diyerek’
Şampiyonluğun kutlanacağını bize bağıra bağıra söyletmişti.



Bizim için Karşıyaka maçları hayatın rengini yeşil kırmızıya boyamak, sağlık-psikolojik vs. ne problem olursa olsun yürek yüreğe bir olmak. Acıyı da çekmek. Sevinci de beraber doya doya  yaşamak.

Öfkelenmek, sakinleşmek.. Bu kadar insanın bu kadar farklı bir duyguyu aynı anda yaşamasından dolayı ‘Karşıyaka aşk,bir kara sevda Karşıyaka bir tutkudur’ dedik.
Hayatlarını yıllardır doya doya yaşayan Tüm Karşıyakalılara selam olsun…
Karşılıksız sevmenin ne demek olduğunu hiç zaman unutmayacağız unutturmayacağız…