4 Kasım 2015 Çarşamba

Sallanan şehir…"Fluctuat nec mergitur". Paris….

Sallanan şehir…. Paris….


İnterrail döneminde beynimle ruhumdaki köprüye ismini yazan şehirlerden biri  de şüphesiz Paris’ti…
Yıllar sonra Karşıyakamız Eurochallenge kupasında yarı final için yolu Paris’e düşer,birçok yönden keyifli bir anıları not almak için 4 günlük bir yolculuğa hazırlanmıştım. Salı günü seri de 1-0 geride kaldığımız Paris-Levallois Basket takımını muhteşem taraftarımızla kazanınca.12 Mart günü yolumuz ‘kendini yalnız,üşüyen çocukları’ kucaklayan bir şehre doğru yola çıktık.Daha önceki gidişimde hissettiklerim Paris’in mutlaka aç kalma pahasına dahi olsa da ikinci kez gezmem gerektiğiydi.Murat ve Enver ile Pegasus’la Sabihe Gökçen’den Orly havaalına doğru havada ki yolculuğa başlamıştık.Daha havadayken yolu Tokyo ‘dan gelen Brezilya’lı Kelly ile tanışıp seferimize Latin havasının katılışına eşlik ettik. Kaf kaf çektirmemiz zor olsa da Latinlerin bizden daha hızlı harf yuttuklarını öğrenmiş olduk J

Sonrasında merkeze giderken metro hattının anlamadığımız Fransızca yönlerine rağmen renkleri takip ettiğimizi çözmemizle bütün Paris’i metroyla alt üst edeceğimizi anladık



.Başlangıç olarak Notre Dame katedraline yakın birde çıkmak keyifli bir başlangıçtı.Benim içinse 1163’te Papa III Alexander’in temel taşını koyduğu Notre Dame Katedrali Piskopos Maurice de Sully tasarımıyla toplam 170 yılda yapılabilen, 1334 yılındada sahip olduğu mimarisi ile tam bir Gotik şaheser dedirten, 130 metre genişlik ve 35 metre uzunluktaki yapı aynı anda 9000 kişinin ibadet etmesine olanak tanıyan bu muazzam yapıyla Bonjour Paris diyecek olmam keyifli bir başlangıç olarak bu notlarımın habercisi olmuştu.






Şehir’de  Notre Dame’ın Kamburunun olan zangocu Quasimodo’nun Çingene kızı Esmeralda’ya aşkı  öyle nam yaymış ki Dünya’da bilmeyen kalmaz.Hatta bu konuyu kültürüne ait bir şekilde hissetmek için şu müzikali izlemekte fayda var.


Katedralin saçaklarındaki, dışarı doğru uzanmış şeytanımsı heykellere çörten veya gargoyl deniyormuş. Saçaklarda durmasının sebebi yağmur sularının binanın temellerine zarar vermesini engellemekmiş; suların oluklardan duvar boyunca akmasını engelleyip saçaklardan daha uzağa boşalmasını sağlıyormuş. Tam da ağızlarından ateş çıkmak üzereyken taşlaşmış ejderha gibi görünmelerinin sebebi de. ‘’Rivayete göre Sen Nehri’nin kıyısındaki tekneleri yakıp yıkan, dört bacaklı, kanatlı, yılan vücutlu bir ejderha varmış. Rouen piskoposu Aziz Romain güya parmaklarını haç şeklinde tutup canavarı evcilleştirmiş, sonra da kasabaya götürüp onu bir daha kimseye zarar veremesin diye ateşe vermiş. Ama rivayet bu ya, nefesi ile sürekli alev saçmaktan binlerce derece ateşe dayanıklı hale gelen ağzı, boynu ve kafası bir türlü yanmamış. Kasabalılar da tanrının gücünü göstermek ve bir daha hiçbir canavarın onları rahatsız etmemesini sağlamak için kafasını katedralin üstünü asmışlar. O gün bugündür, kötü ruhları def etmek için gargoyller yeni inşa edilen binaların üstüne asılıyormuş…




Mimarisinden katedralin üzerinde bir çok konuyu,meleği,imgeyi kavrayan katedralin fotoları her şeyi anlatıyor sanırım.
Yorucu bir uçak yolculuğundan sonra Ghettoların arasından rezervasyon yapan Murat sayesinde ilk geceyi  Paris’in en kuzeyinde ballıkuyusunda geçirdik diyebilirim. Sonrasında ertesi gün daha merkezi yer olan Gare de Nord tarafında bir hostele geçtik.Artık şehrin sanata,aşka,tarihe olan ünü kadar her metroda ,sokakta,parkta vs. Beast kulaklıklarıyla kendi müziklerini yaşayan halkın gecelerini görme vakti gelmişti.iki seferimde gezdiklerim arasında en çok Bastielle etkilemişti. Daha çok genç kesimin geldiği ve her tarafta renkli ışıkların olduğu güzel bir bölge ve cadde. Ben caddeden yürüdüğümde çok kalabalıktı ve sanırsam dikkatli olmak gerekiyor.

Sonuçta her yerde olduğu gibi buranın da hızlı grupları vardı.Mekanları bol bol gezdik.Birkaç omuz atan olmasına rağmen bakışımızı asla geri çevirmedik.Bir kaç grup dışında genel olarak mekanlar dolu.Herkes kendi kafasında mekanda eğleniyor.Her Avrupa şehrinde olduğu gibi sohbetler dönmedolap misali masadan masaya farklı hallerde dolaşmaya devam ediyordu. Champs-Élysées 

Bölgesi yani kısaca Şanzelize sanırım

Bu uzun inanılmaz geniş caddesi akşamları sohbet ve yemek üzerine kurulmuş.Birbirinden alımlı bar-restaurantları var ama asıl ayrıntıyı eğlenceli sohbetlerine saklamışlardı. Dünya'nın yine ufak olduğunu Cafe Jade adlı mekanda Karşıyakalı Hakan abimiz bizi maçtan bir gün önce buraya getirerek güzel bir dost daha kazanmamızı sağlayacaktı. Cüneyt Abi buranın müdürü ve İzmir’liydi. Bizle tanışınca bol bol İzmir ve Karşıyaka’dan konuştuk ona nasıl geldiğini az çok tahmin edebiliyorduk.edebiliyorduk. Sağolsun güzel kokteyllerinden ikram etmişti.




O günden beri hala sohbetimiz sürekli devam eder.Şanzelizeyi kısaca özetlemek gerekirse. 1667 yılında Louis XIV’nin bahçıvanı Andre Le Notre tarafından Tuileries Bahçesi manzarasını genişletmek için yapılan cadde yıllar içinde devamlı olarak gelişmiştir. 2 kilometre uzunluktaki caddenin bir ucunda Paris’in en ünlü simgelerinden olan Zafer Takı bulunmaktadır. Dilerseniz Zafer Takı’nın seyir terasına çıkarak da Şanzelize Caddesi’nin muhteşem manzarasını izleyebilirsiniz. Caddenin diğer ucu ise şehrin ünlü meydanı Concorde’a uzanır.


Günümüzde cadde, birbirinden lüks moda markalarının mağazalarına, kafe ve restoranlara, sinemalara, turistik dükkânlara ev sahipliği yapar. Paris ve Fransa tarihinin tüm önemli yıl dönümleri ve birçok önemli kutlamanın şehirdeki en bilindik adresi Şanzelize Caddesi’dir. Tour de France bisiklet yarışı, yılbaşı gecesi, Fransız ulusunun doğuşunu simgeleyen Bastille günü gibi kutlamaların adresi bu caddedir.
Şanzelize Caddesi’nin iki yakasında uzanan kestane ağaçları caddeye ayrı bir hava katar.
Şanzelize’yi bitirdikten sonra gelelim tarihi maça,deplasmana. Karşıyaka Spor Kulübü’nün tarihindeki belki de bu kadar katılımın olduğu ilk yurt dışı deplasmanı olduğu için tribünde katılım yüksekti.


Lise’den arkadaşım Gözde’yle yıllar sonra maçtan önce buluşmak bu turumun ayrı bir keyifli kısmıydı.  Tabii sosyalmedya da tüm Karşıyakalılar 17:00’de Eyfel kulesinde toplanacak haberi vardı.Bazı Fransızların demir yığını olarak kabul ettiği fakat çoğunluğu tarafından kabul edilen o meşhur Eyfel kulesine gelmiştik.



 Parislilerin deyimiyle “metal kuşkonmaza”. Buraya kadar geldik çıkacağız dedik.Asansör sırası çok olduğu için yürüyerek 2.platforma kadar merdivenlerden çıktık.Tabii buraya gelmeden önce City bus kiralayıp Notre Dame başta olmak üzere tarihi yerlere çabuk varalım diye otobüs bileti almıştık.O güne kadar hep kredi kartından geçinmiştim. Maalesef o gün cebimdeki tüm eurolar cüzdanımdaydı. Büyük bir şarap dükkanını görünce otobüsten alel acele in erken cüzdanım yere düşer.Arkadam gelen Murat başkasının sanıp o da iner.Tabii otobüs şöförüne bir aylık maaş hediyemiz olurJ  




Her tatilin en keyif,aksiyon vs. olan olayı hiçbir zaman unutulmaz kanunu tekrar yaşamıştık.O gün kara kara ne yapacağız nasıl işinden çıkacağız derken şimdi gülerek anlatıyoruz.Eyfelden sonra güzel dostlarımıza Eylem abiyle tanışarak devam etmiştik. Haldun ağabeylerle beraber,bizi Yiğitleri karavanına alarak Altar abinin yanına Paris sokaklarını inleterek votkalarımızı götüre götüre gidiyorduk.O karavan yolculuğumuzun en önemli Karetaşlarından.


Salon yakınında bulunan bir barda Altar abimiz (Aralıksonu Ocakbaşı’nın (Bostanlı) sahibi)
Sağ olsun hem Türkiye’den hem Avrupa’nın belirli yerlerinden gelen herkesi toplamış tezahüratlarla Paris’i inletmeye başlamıştı. Bende annemlerin yolda yiyelim diye yaptığı bir Torba poğaçayı masaya koyunca gurbetçi dostlarımızın gözlerindeki ışıltı daha keyifle bira kadehlerini havaya kaldırmamıza sebep olmuştu. 






Neyse maç vakti gelmişti. Apartman gibi bir salonun ikinci katına çıkmıştık.Ufuk Hoca’nın devleri Paris’i kulübünü hiçbir yerde yalnız bırakmayan yüreklerle eze eze yenip Kutsal Topraklarımızda son maça götürmüştü işi. Maçta en çok unutamayacağımız an herhalde plastik bardaklarda bitmeyen biralarla bağırıp maç izlemekti. Keşke Arena’da da olabilse…


Maçtan sonra merkeze gelmiştik.Murat yorgunluktan öldüğü için bizimle meşhur manzarası ile Sacré-Coeur’un (Basilique du Sacré-Cœur) olduğu Paris’e hakim tepenin namı diğer Ressamlar Tepesi’ne gelememişi.. 




Sacre Coeur Bazilikası, Fransa – Prusya Savaşı (1870-1871) sırasında ölen 58.000 Fransız askerinin anısına neredeyse 50 yılda inşaa edilmiş. Bazilikadaki rahipler hala bu savaşta ölen askerler için dua ediyormuş. Sacre Coeur Bazilikası’nın bunun dışında, İsa’nın kutsal kalbine adanması, sona eren II. İmparatorluk’un aşırılıklarına karşı bir kefaret olması, direnişte rol alan en asi semt olan Montmartre’nin ödüllendirilmesi gibi politik, kültürel ve dinsel birçok simgesel mesajı da varmış. Sacre Coeur Bazilikası’nın olduğu bu tepeye gelirseniz bir taşla iki kuş vurabilirsiniz. Çünkü Sacre Coeur Bazilikası’nın hemen birkaç metre yakınında Paris’in meşhur Ressamlar Tepesi (Place du Tertre) konumlanmaktadır. Salvador Dali, Monet, Picasso ve van Gogh gibi ressamların bir zamanlar uğrak yeri olan Ressamlar Tepesi artık turistlerin uzun kemerli burunlarını, kepçe kulaklarını portreleştirerek para kazanmaya çalışan karikatüristlerin ve belki de geleceğin büyük ressamlarının, sanatçılarının toplanma yeri haline gelmiş. Ağaçlıklar ve tarihi sokaklar arasında metrekare başına en çok, tek el hareketi ile açılan portatif bez sandalye ve şövale göreceğiniz Ressamlar Tepesi Paris’in uğrak turistik noktalarından…




Enver’le gece cadde yüyürken bir tarafta piano resitali,diğer mekanda akustik gitarla hafif bir akşam yemeği,bir tanesinde İskoç bandosu vardı.


Farklılıklar üzerine kurulu bir tepenin çevresinde ki turumuzu Paris’i izleyerek bitirmiştik…







Sessiz,sakince Paris’i dinleyen yürüyüş yollarından  giderken hayaller kurup iyi ki geldik demiştik…






Tolstoy gezilerinin birinde Paris’ten Rusya’daki bir arkadaşına şöyle yazmış:



‘Azizim bu şehir ne zaman benim üzerimde tesir etmez hâle gelecektir.’ Belki de yalnız Tolstoy değil ama galiba dünyada hiçbir insan yoktur ki Paris’in adını duyupta içi titremeyecek.Çünkü Paris sanat şehri, aşk şehri, hayat şehri. Herhalde Paris gerçek olmasaydı insanlar onu hayallerinde yaşatırlardı.


“Kaybolmuş bir çocuk gibi
Caddelerinde yürürken
Yalnızdım ve üşüyordum
Paris, sen beni kollarına aldın.”