Sallanan şehir…. Paris….
İnterrail döneminde beynimle ruhumdaki köprüye ismini yazan
şehirlerden biri de şüphesiz Paris’ti…
Yıllar sonra Karşıyakamız Eurochallenge kupasında yarı final
için yolu Paris’e düşer,birçok yönden keyifli bir anıları not almak için 4
günlük bir yolculuğa hazırlanmıştım. Salı günü seri de 1-0 geride kaldığımız Paris-Levallois
Basket takımını muhteşem taraftarımızla kazanınca.12 Mart günü yolumuz ‘kendini
yalnız,üşüyen çocukları’ kucaklayan bir şehre doğru yola çıktık.Daha önceki
gidişimde hissettiklerim Paris’in mutlaka aç kalma pahasına dahi olsa da ikinci kez
gezmem gerektiğiydi.Murat ve Enver ile Pegasus’la Sabihe Gökçen’den Orly havaalına
doğru havada ki yolculuğa başlamıştık.Daha havadayken yolu Tokyo ‘dan gelen
Brezilya’lı Kelly ile tanışıp seferimize Latin havasının katılışına eşlik
ettik. Kaf kaf çektirmemiz zor olsa da Latinlerin bizden daha hızlı harf
yuttuklarını öğrenmiş olduk J
Sonrasında merkeze giderken metro hattının anlamadığımız
Fransızca yönlerine rağmen renkleri takip ettiğimizi çözmemizle bütün Paris’i
metroyla alt üst edeceğimizi anladık
.Başlangıç olarak Notre Dame katedraline
yakın birde çıkmak keyifli bir başlangıçtı.Benim içinse 1163’te Papa III
Alexander’in temel taşını koyduğu Notre Dame Katedrali Piskopos Maurice de
Sully tasarımıyla toplam 170 yılda yapılabilen, 1334 yılındada sahip olduğu
mimarisi ile tam bir Gotik şaheser dedirten, 130 metre genişlik ve 35 metre
uzunluktaki yapı aynı anda 9000 kişinin ibadet etmesine olanak tanıyan bu
muazzam yapıyla Bonjour Paris diyecek olmam keyifli bir başlangıç olarak bu
notlarımın habercisi olmuştu.
Şehir’de Notre
Dame’ın Kamburunun olan zangocu Quasimodo’nun Çingene kızı Esmeralda’ya
aşkı öyle nam yaymış ki Dünya’da
bilmeyen kalmaz.Hatta bu konuyu kültürüne ait bir şekilde hissetmek için şu
müzikali izlemekte fayda var.
Katedralin saçaklarındaki, dışarı doğru uzanmış şeytanımsı
heykellere çörten veya gargoyl deniyormuş. Saçaklarda durmasının sebebi yağmur
sularının binanın temellerine zarar vermesini engellemekmiş; suların oluklardan
duvar boyunca akmasını engelleyip saçaklardan daha uzağa boşalmasını
sağlıyormuş. Tam da ağızlarından ateş çıkmak üzereyken taşlaşmış ejderha gibi
görünmelerinin sebebi de. ‘’Rivayete göre Sen Nehri’nin kıyısındaki tekneleri
yakıp yıkan, dört bacaklı, kanatlı, yılan vücutlu bir ejderha varmış. Rouen
piskoposu Aziz Romain güya parmaklarını haç şeklinde tutup canavarı
evcilleştirmiş, sonra da kasabaya götürüp onu bir daha kimseye zarar veremesin
diye ateşe vermiş. Ama rivayet bu ya, nefesi ile sürekli alev saçmaktan
binlerce derece ateşe dayanıklı hale gelen ağzı, boynu ve kafası bir türlü
yanmamış. Kasabalılar da tanrının gücünü göstermek ve bir daha hiçbir canavarın
onları rahatsız etmemesini sağlamak için kafasını katedralin üstünü asmışlar. O
gün bugündür, kötü ruhları def etmek için gargoyller yeni inşa edilen binaların
üstüne asılıyormuş…
Mimarisinden katedralin üzerinde bir çok
konuyu,meleği,imgeyi kavrayan katedralin fotoları her şeyi anlatıyor sanırım.
Yorucu bir uçak yolculuğundan sonra Ghettoların arasından
rezervasyon yapan Murat sayesinde ilk geceyi
Paris’in en kuzeyinde ballıkuyusunda geçirdik diyebilirim. Sonrasında
ertesi gün daha merkezi yer olan Gare de Nord tarafında bir hostele
geçtik.Artık şehrin sanata,aşka,tarihe olan ünü kadar her metroda
,sokakta,parkta vs. Beast kulaklıklarıyla kendi müziklerini yaşayan halkın
gecelerini görme vakti gelmişti.iki seferimde gezdiklerim arasında en çok
Bastielle etkilemişti. Daha çok genç kesimin geldiği ve her tarafta renkli
ışıkların olduğu güzel bir bölge ve cadde. Ben caddeden yürüdüğümde çok
kalabalıktı ve sanırsam dikkatli olmak gerekiyor.
Sonuçta her yerde olduğu gibi
buranın da hızlı grupları vardı.Mekanları bol bol gezdik.Birkaç omuz atan
olmasına rağmen bakışımızı asla geri çevirmedik.Bir kaç grup dışında genel
olarak mekanlar dolu.Herkes kendi kafasında mekanda eğleniyor.Her Avrupa şehrinde
olduğu gibi sohbetler dönmedolap misali masadan masaya farklı hallerde
dolaşmaya devam ediyordu. Champs-Élysées
Bölgesi yani kısaca Şanzelize sanırım
Bu uzun inanılmaz geniş caddesi akşamları sohbet ve yemek
üzerine kurulmuş.Birbirinden alımlı bar-restaurantları var ama asıl ayrıntıyı eğlenceli sohbetlerine
saklamışlardı. Dünya'nın yine ufak olduğunu Cafe Jade adlı mekanda Karşıyakalı
Hakan abimiz bizi maçtan bir gün önce buraya getirerek güzel bir dost daha
kazanmamızı sağlayacaktı. Cüneyt Abi buranın müdürü ve İzmir’liydi. Bizle
tanışınca bol bol İzmir ve Karşıyaka’dan konuştuk ona nasıl geldiğini az çok
tahmin edebiliyorduk.edebiliyorduk. Sağolsun güzel kokteyllerinden ikram etmişti.
O günden beri
hala sohbetimiz sürekli devam eder.Şanzelizeyi kısaca özetlemek gerekirse. 1667
yılında Louis XIV’nin bahçıvanı Andre Le Notre tarafından Tuileries Bahçesi
manzarasını genişletmek için yapılan cadde yıllar içinde devamlı olarak
gelişmiştir. 2 kilometre uzunluktaki caddenin bir ucunda Paris’in en ünlü
simgelerinden olan Zafer Takı bulunmaktadır. Dilerseniz Zafer Takı’nın seyir
terasına çıkarak da Şanzelize Caddesi’nin muhteşem manzarasını
izleyebilirsiniz. Caddenin diğer ucu ise şehrin ünlü meydanı Concorde’a uzanır.
Günümüzde cadde, birbirinden lüks moda markalarının
mağazalarına, kafe ve restoranlara, sinemalara, turistik dükkânlara ev
sahipliği yapar. Paris ve Fransa tarihinin tüm önemli yıl dönümleri ve birçok
önemli kutlamanın şehirdeki en bilindik adresi Şanzelize Caddesi’dir. Tour de
France bisiklet yarışı, yılbaşı gecesi, Fransız ulusunun doğuşunu simgeleyen
Bastille günü gibi kutlamaların adresi bu caddedir.
Şanzelize Caddesi’nin iki yakasında uzanan kestane ağaçları
caddeye ayrı bir hava katar.
Şanzelize’yi bitirdikten sonra gelelim tarihi
maça,deplasmana. Karşıyaka Spor Kulübü’nün tarihindeki belki de bu kadar
katılımın olduğu ilk yurt dışı deplasmanı olduğu için tribünde katılım
yüksekti.
Lise’den arkadaşım Gözde’yle yıllar sonra maçtan önce buluşmak bu
turumun ayrı bir keyifli kısmıydı. Tabii
sosyalmedya da tüm Karşıyakalılar 17:00’de Eyfel kulesinde toplanacak haberi
vardı.Bazı Fransızların demir yığını olarak kabul ettiği fakat çoğunluğu
tarafından kabul edilen o meşhur Eyfel kulesine gelmiştik.
Parislilerin
deyimiyle “metal kuşkonmaza”. Buraya kadar geldik çıkacağız dedik.Asansör
sırası çok olduğu için yürüyerek 2.platforma kadar merdivenlerden çıktık.Tabii
buraya gelmeden önce City bus kiralayıp Notre Dame başta olmak üzere tarihi
yerlere çabuk varalım diye otobüs bileti almıştık.O güne kadar hep kredi
kartından geçinmiştim. Maalesef o gün cebimdeki tüm eurolar cüzdanımdaydı.
Büyük bir şarap dükkanını görünce otobüsten alel acele in erken cüzdanım yere
düşer.Arkadam gelen Murat başkasının sanıp o da iner.Tabii otobüs şöförüne bir
aylık maaş hediyemiz olurJ
Her tatilin en keyif,aksiyon vs. olan olayı
hiçbir zaman unutulmaz kanunu tekrar yaşamıştık.O gün kara kara ne yapacağız
nasıl işinden çıkacağız derken şimdi gülerek anlatıyoruz.Eyfelden sonra güzel
dostlarımıza Eylem abiyle tanışarak devam etmiştik. Haldun ağabeylerle beraber,bizi
Yiğitleri karavanına alarak Altar abinin yanına Paris sokaklarını inleterek
votkalarımızı götüre götüre gidiyorduk.O karavan yolculuğumuzun en önemli Karetaşlarından.
Salon yakınında bulunan bir barda Altar abimiz (Aralıksonu
Ocakbaşı’nın (Bostanlı) sahibi)
Sağ olsun hem Türkiye’den hem Avrupa’nın belirli yerlerinden
gelen herkesi toplamış tezahüratlarla Paris’i inletmeye başlamıştı. Bende
annemlerin yolda yiyelim diye yaptığı bir Torba poğaçayı masaya koyunca
gurbetçi dostlarımızın gözlerindeki ışıltı daha keyifle bira kadehlerini havaya
kaldırmamıza sebep olmuştu.
Neyse maç vakti gelmişti. Apartman gibi bir salonun
ikinci katına çıkmıştık.Ufuk Hoca’nın devleri Paris’i kulübünü hiçbir yerde
yalnız bırakmayan yüreklerle eze eze yenip Kutsal Topraklarımızda son maça
götürmüştü işi. Maçta en çok unutamayacağımız an herhalde plastik bardaklarda
bitmeyen biralarla bağırıp maç izlemekti. Keşke Arena’da da olabilse…
Maçtan sonra merkeze gelmiştik.Murat yorgunluktan öldüğü için
bizimle meşhur manzarası ile Sacré-Coeur’un (Basilique du Sacré-Cœur) olduğu
Paris’e hakim tepenin namı diğer Ressamlar Tepesi’ne gelememişi..
Sacre Coeur
Bazilikası, Fransa – Prusya Savaşı (1870-1871) sırasında ölen 58.000 Fransız
askerinin anısına neredeyse 50 yılda inşaa edilmiş. Bazilikadaki rahipler hala
bu savaşta ölen askerler için dua ediyormuş. Sacre Coeur Bazilikası’nın bunun
dışında, İsa’nın kutsal kalbine adanması, sona eren II. İmparatorluk’un aşırılıklarına
karşı bir kefaret olması, direnişte rol alan en asi semt olan Montmartre’nin
ödüllendirilmesi gibi politik, kültürel ve dinsel birçok simgesel mesajı da
varmış. Sacre Coeur Bazilikası’nın olduğu bu tepeye gelirseniz bir taşla iki
kuş vurabilirsiniz. Çünkü Sacre Coeur Bazilikası’nın hemen birkaç metre
yakınında Paris’in meşhur Ressamlar Tepesi (Place du Tertre) konumlanmaktadır.
Salvador Dali, Monet, Picasso ve van Gogh gibi ressamların bir zamanlar uğrak
yeri olan Ressamlar Tepesi artık turistlerin uzun kemerli burunlarını, kepçe
kulaklarını portreleştirerek para kazanmaya çalışan karikatüristlerin ve belki
de geleceğin büyük ressamlarının, sanatçılarının toplanma yeri haline gelmiş.
Ağaçlıklar ve tarihi sokaklar arasında metrekare başına en çok, tek el hareketi
ile açılan portatif bez sandalye ve şövale göreceğiniz Ressamlar Tepesi
Paris’in uğrak turistik noktalarından…
Enver’le gece cadde yüyürken bir tarafta piano
resitali,diğer mekanda akustik gitarla hafif bir akşam yemeği,bir tanesinde İskoç
bandosu vardı.
Farklılıklar üzerine kurulu bir tepenin çevresinde ki turumuzu
Paris’i izleyerek bitirmiştik…
Sessiz,sakince Paris’i dinleyen yürüyüş yollarından giderken hayaller kurup iyi ki geldik demiştik…
Tolstoy gezilerinin
birinde Paris’ten Rusya’daki bir arkadaşına şöyle yazmış:
‘Azizim bu şehir ne zaman benim üzerimde tesir etmez hâle
gelecektir.’ Belki de yalnız Tolstoy değil ama galiba dünyada hiçbir insan
yoktur ki Paris’in adını duyupta içi titremeyecek.Çünkü Paris sanat şehri, aşk
şehri, hayat şehri. Herhalde Paris gerçek olmasaydı insanlar onu hayallerinde
yaşatırlardı.
“Kaybolmuş bir çocuk gibi
Caddelerinde yürürken
Yalnızdım ve üşüyordum
Paris, sen beni kollarına aldın.”